Paylaş
Daha doğrusu, Instagram’a bir hastane kahvaltısı post edince anladım ki, hastanede. Hemen merakla aradım çünkü 6 aylık hamile. Meğer, trenle seyahat ederken, sancıları başlamış ve hemen en yakın yerdeki hastaneye gitmişler.
Evinden 800 kilometre uzakta, bir hastane odasında dümdüz yatıyor bir haftadır.
Kocası da işe gitmek zorunda olduğu için, yalnız. Karnında hâlâ bebeği olduğuna şükrederek bekliyor...
Bir yandan da küçük oğlunu özlüyor 800 kilometre uzaktaki.
Hepimizin hayatta, dipsiz zannettiği bir kuyuya düştüğü oluyor. Başımıza gelmez sandığımız şeyler geliyor.
Sağlığımız bozuluyor, hayret! İlişkimiz bitiyor, sevdiklerimizi kaybediyoruz ya da işimizi ya da gücümüzü.
Bazen kapkaranlık, hiç aysız yıldızsız zamanlarda, hepsi birden bile oluyor. Bir yerde böyle zamanlar için çok güzel bir cümle okumuştum, diyordu ki:
Başımıza bir kötülük geldiğinde haykırırız: Neden ben?
Ve kozmoz hemen buna cevap verir: Neden olmasın?...
Neden olmasın?’la başetmek zor ama imkansız değil...
Ben de çok çok uzakta, hastanede, tek başına dümdüz yatmaya mahkum arkadaşımla yazışıyorum akşamları.
Hiçbir şey bilmiyor. Umuda tutunuyor sıkı sıkı.
Biz insanlar, sıkı sıkı umuda tutunmak nedir, iyi biliriz.
Kimse parmaklarımızı çözemez öyle zamanlarda. Bir ufuk çizgisine kilitlenir, ordan güneşin doğacağı anı bekleriz.
Böyle zamanlarda umudu kaybedersek eğer, ki saniyenin 10’da birinde korkunç gelecek senaryoları yazmaya muktedir hayal gücümüz varken bu hiç zor değil, sebebi her şeyin geçici olduğunu unutmamız.
Her şey geçici. Bunu kocaman yazıp karşımıza asmalıyız böyle zamanlarda. Her şey, hayatın kendisi bile, bir dalga gibi gelecek ve geçecek. Başımıza gelen şey, hep burda kalmayacak.
Biraz kalıp, gidecek. Biz kötü şeyleri kalıcı zannettiğimiz için kendimiz mahvoluyoruz. Etrafımızı mahvediyoruz.
Halbuki biri çıkıp dese ki, şu ağladığın şey bir zaman sonra yerini şuna bırakacak, nasıl rahatlarız.
Her şeyin, bizi havaya kaldırıp indirecek bir dalga olduğunu düşünürsek, iyi şeylerle şımarmaz, kötülerle boğulmayız.
Kendimizi tekrar bulacağımızı bilirsek, kaybetmeyiz.
Olanlara, çok ateşte pişen tatsız köftelerin tavaya yapışması gibi, yapışmamamız lazım.
Geçiciliği ezber yapıp, yürümeye devam etmeliyiz.
Bir süre sonra içine girdiğimiz tünelde, bir kızarıklık olacak...
Sonra bir sarılık, sonra göz alan deli bir parıltı! Tünelin çıkışı göz kamaştırıcı olacak. Karanlığı unutturacak.
Biz insanlar unutmayı iyi biliriz. Unutmazsak, saplanırız.
Saplanırsak, kalırız ve kalmak sadece eşyalara ve ölülere mahsustur.
Madem ki, bir kalp atışının üzerine, nefesle müzik yaparak hayatla dans ediyoruz, o halde zor günleri atlatacağız.
Bunları düşünüp düşünüp, hastanedeki arkadaşıma şunu yazdım ben de:
Bu bir dalga, geçecek. Aklına, gelecek güzel günlerdeki sakin denizleri getir. Oğluna sarılıp oynayacağın günü.
Sağlığına kavuşacağın günü... Ve dilerim bebeğini sağlıkla kucağına alacağın günü... O güzel günlerde, hayatın şarkısını yazıyoruz biz nefesimizle.
Sabır. Ve dalgaların hepsine de eyvallah.
Paylaş