Paylaş
Kimse oraya dokunamaz, sana zorla bir şey yaptıramaz ve yapamaz.
İstemediğin şeyler oluyorsa ya da olduysa susma.
Susma, anlat. Susma bağır. Susma kulağıma söyle. Ama susma.
Bana her şeyi duyurabilirsin.
Her şeyi anlatabilirsin.
Ben senin her şeyi anlatabileceğin yerim. Sana susman da söylense, korkutsalar da susmamalısın.
Ben sana kızmam. Ben seni her zaman kucaklar ve derdine seninle beraber çare ararım.
Ben seni ne oluyor olursa olsun çok seviyorum.
Ve hep seveceğim.
Kuzenim Peri Almanya’da yaşıyor ve Peri yedi yaşındayken okulda, ‘hayır deme dersi’ vardı.
Bu ders, ilk başta ismiyle beni çok etkiledi. Koca bir dersi ‘hayır’ demeye ayırmışlar.
Çok önemli.
Çünkü hayır diyebilmek cesaret gerektirir ve bu cesaret çocuklara mutlaka anlatılmalı.
Hayır deme dersi kitabına beraberce baktık.
Okulda ve okulun dışında başına gelebilecek her türlü ihtimalin resmi var.
Ve bu resimlerin altında, öyle bir durumda ne yapabileceği yazıyor.
Mesela, bir çocuk onu köşeye sıkıştırmış vuruyor mu? Önce, yapma diyor. Devam ederse, yerini bağırarak belli ediyor.
Gerekirse kendini savunması gerektiği ve bunu mutlaka öğretmene ve ailesine anlatması gerektiği söyleniyor.
Eğer diyor, o sırada bağıracak cesareti bulamıyorsan, yere otur nefes al ve bir aslan gibi kükre.
Çocuklara gerekirse hayvanları taklit etmesini öneriyor.
Hayır deme dersinde, istemediği bir şey olduğunda reddetmesini, asla kabullenmemesini söylüyor.
Bunu ileride, gerekirse kendi erkek arkadaşına da nasıl yapacağını anlatmış.
Müthiş bir ders. Yedi yaşında olup, o dersi almış olarak hayata devam etmek isterdim.
Çünkü hayır diyemediğimiz, hayır demekten korktuğumuz ve hayırı içimize bağırdığımız o kadar çok şey oluyor ki hayatta.
Buna küçükken donanımlanmak okulda olmuyorsa, evde olmalı.
Hayır’ın gücü. Hayır’ın bir canavardan bir cüceye dönüştüğü hikayeler.
Her şeyi anlatabileceği bir ‘anlatma diyarı’ında hissedebilmesi.
Yargılamadan dinleme ve anlamaya çalışma eğitimi.
Bu da bizlere. Yargısız dinlemek.
Göktaşlarını yumuşacık bir kucağa düşürebilmek.
Eğer evde canı yanan, ruhu yanan çocuğunuz varsa siz de susmayın.
Ona nasıl susmamayı öğretelim diyorsak, kendimize de öğretmeliyiz.
O çocuk sizin kapalı kapınızın ardında diye, karanlıklar yutmasın onu.
Çocuk istismarı konuşulurken, hep aynı Çin Seddi gibi olan duvar çıkıyor önümüze...
Ev...
Evin mahremi, odaların kapalılığı, ailenin gizliliği.
Evler aileleri yutabiliyor.
Duvarları çığlık geçirmiyor kimi evlerin.
Eğer öyle bir ‘bunlara sessiz kal’ evindeyseniz, n’olur açın pencereleri ve konuşun!
Bağırın. Anlatın, söyleyin, fısıldayın...
Ama duyurun sesinizi. O evden bir çıkış var.
Pencerenin, kapının, dostun, komşunun, yardımın yerini ancak siz biliyorsunuz.
Hiçbir çocuğun sesi, sessizliğe gömülmemeli.
Onların ilk evi olarak, onlara seslerini duyurabilecekleri evi vermek bizim görevimiz.
Yürekler acısı hikayeleri duymamak için, çocukların anlattıklarını duyalım.
Sessiz kalmamayı öğretelim.
Büyüyünce de o çocuk susmaya devam ediyor. İnsan bedenen büyüyüp, içinde çocukluğunu matruşka gibi taşıyor.
Bu büyük bedenin içinde, bir küçük 20 yaş, bir küçüğü 13 yaş, bir küçüğü yedi yaş...
Üç yaş...
Hatta doğan çocuk bile nefes almaya devam ediyor.
İşte bu yüzden onları duymamız ve duyurmamız lazım. Kimse koca bir sessiz çığlık yutarak yaşamayı istemez.
Ağzımızı açıp anlatmayı anlatalım.
Bütün bunlardan önce, iki ayağının üzerinde dikilip, dünyaya yetmiş santimden bakan çocuğa sevmeyi göstermek lazım.
Hem de rüzgardan, güneşten, buluttan, karınca yuvalarından başlayarak.
Sevmek, her şeyi olduğu gibi bir lokmada kalbiyle yutabilmektir.
Sevgiyle karşılanan biri, bu dünya misafirliğinde hır çıkarmaz.
Zarar vermez, üzmez, yaralamaz.
İyisi mi, hayır deme dersinin öncesinde, şu sevebilme teneffüsüne çıkalım.
Sonra sevmekten bitap oturalım sıralara, öyle öğrenelim ne öğreneceksek.
Paylaş