Sevmediğiniz şeylerle ilgilenmeyin çok süper oluyor

Hayatın sonunda durup geri sarmak olsaydı, bence severek yapmadığımız her şeyi silmek isterdik. Severek yaptığımız hatalara da, sahte bir “hay Allah” derdik, bin kere olsa yüz bin kere düşeceğimizi bilerek.

Sevmediğimiz şeylere uzun uzun baktığımız, odaklandığımız anları zamanın kaybı görür, oradaki zamanları geri almaya çalışırdık.
Evet insan, sadece sevdiği şeyleri ve kimseleri göreceği bir lüks aleminde yaşamıyor.
Hatta yaptığı çoğu şeyi, sevmediği şeyler olmasın, sevmediği insan haline gelmesin ve sevmediklerinden uzakta güçlü durabilsin diye yapıyor ama bence bu hayatı bir ‘kaçınma yolculuğu’ haline getiriyor.
Her türlü vasıtaya binerek, kahramanın var gücüyle birilerinden kaçtığı filmler gibi.
‘Kavuşma yolculuğu’, ‘varma yolculuğu’ olmalı hayat. Kahramanın bir amacı olmalı, sevdiği yere sevdiği yollardan giden biri olmalı. En azından ben filmim böyle olsun isterim.
Jem’in bir şarkısı var, “Just a Ride” diye. Şarkıda diyor ki, sakin olun bu bir gezi. İnecek de çıkacak da, tırmanıp çakılacak da, manzara bazen güzel olacak ama her zaman da güzel olmayacak.
İşte, bu bakış açısıyla binince trene, sevmediğin bölümler hızlıcacık geçiveriyor. Zaman insanın beyninde. Bazen çok kısa bir süre çok uzun. Mesela suyun altında nefesimizi tuttuğumuzda. Bazense çok uzun bir zaman çok kısa. Aşık olup, aşığının yanında durunca zamanın doyamadan bitmesi gibi.
Madem beynimizde zamanı eğip bükebiliyoruz, niye onu sevmediğimiz şeylerde sabra dönüştürmeyelim?
İnsanın en büyük düşmanı kendi içinde yaşayan bir kiracı gibi sorun çıkarmayı bekliyor. En ufak açıkları gözlemleyip, acımasızca karşısına dikiliyor. Gördün mü diyor, sana o kadar da iyi olmadığını, güzel olmadığını, genç olmadığını, başarılı olmadığını, istenilen olmadığını, olmadığını olmadığını olmadığını, söylemiştim. Al sana ispatı! Ve önümüze fırlatıveriyor topladıklarını.
Sürekli Shakespeare oyunları oynuyor içimizdeki bin yıllık amfi tiyatrolarda. En trajik aile hikayeleri, en dramatik aşklar, en beklenmedik hançerler vuruluyor bize orada. Bağırışlar yükseliyor, kahkahalar ve hıçkırıklar yükseliyor. Bazen bu oyunların suretini rüyamızda görürüz.
İnsan kendi içindeki kavgalara kulak kesilse, korkudan küçük dilini yutar! İçimizde bunları sahneleyip duran düşman, işte o sevmediklerimizin çöplüğünden besleniyor. Ne zaman kafamızı onlara çevirsek, o oburu besliyoruz. Peki, manyak mıyız bunu niye yapıyoruz diye soracaksınız.
‘Sadece bir insan’ olmasaydım cevabı bulabilirdim ama biz o konuya geçmeden okul bitiyor :) Ama bana öyle geliyor ki, hayata severek tutunmak zor zanaat. Kolay olan, karanlık taraf.
Büyük mıknatıs orada. Kendini bir kara delik haline getirmek, var olmanın ağırlığını yok olmakla takas ediyor. Bir şey ‘yok’ demek, bir şey ‘var’ demekten daha kolay.
Var etmek, yok etmekten daha zor.
Tıpkı bir şey yapmanın hiçbir şey yapmamaktan daha zor olduğu gibi.
Bu yazı kendini var ederek, yolculuğa varmak için çıkanlara. Onlar biliyor sevginin neden şart olduğunu.
Anladınız siz onu.
Yazarın Tüm Yazıları