Keşke: Gerçekten, bir zaman önce ‘keşke’lerin hepsine biber sürdüm. Ne zaman, o kelime ağzımda birleşmeye çalışsa, üzerine ‘bir hayır vardır’ basıyorum, hemen çözülüveriyor. Zamanın geri sarılamayacağı bir dünyada, bir elimizin dişini öbür elimizin içine çarpan bu gereksiz kelime, kaslarımızı da ortadan havaya kaldırır. Girilmeyesi ruh halleri bunlar... Keşke sussaydım, keşke öyle yapmasaydı, keşke böyle olmasaydı. Susmadın, o öyle yaptı ve böyle oldu! İyi ki oldu, oh oldu. Keşkeleme, ilerle.
Peki: Güler yüzüne rağmen, kalbi kırık olan! Razı oluşların en gönülsüzü! Sinirli bir kabulleniş! Bu pekiler, mutlaka bumerang gibi geri gelir, hem de ne kalabalık laflarla... Kimseyi peki kıvamına getirmemek ve pekide karar kılmamak lazım. Hem böyle sitemli konuşmak, bizi hep yokuşa götürür. Kelimelerin, yol işaretleri olduğuna ve bizi yolculuk ettirdiğine inanıyorum. Peki yok. Tamamsa, babalar gibi tamam, değilse babalar gibi tamam değil. Ara sıcakların hepsi, dünden kalma.
Bu olmaz: Bu yapılamaz, burada yapılamaz, Türkçesi ‘ben tarafından yapılamaz’ olan. Bu kelimeyi o kadar çok duyuyorum ki, kendimi olurunu ararken yakalıyorum sürekli. Bu olmaz’cılar, her şeyi alıştıkları gibi yapmazlarsa keyifleri kaçar. Etraflarına güzel ve güvenli bir çit çizer, senden onun dışında deneyler yapmanı istemezler. Hele bir de bunu onlardan istemeni, hiç istemezler. Halbuki bu sahte bir fren. Şu anda, bir bilimadamı, bilgisayar ekranına bakarak 11. boyutu nasıl ortaya çıkarabileceğini hesaplarken, senin olmaz’ın ne olabilir ki? Her şeyin olabildiği, her şeyin her şeyle olabildiği, her şeyin her zaman olabildiği hatta ‘bal gibi de olduğu’ bir yerde, hemen herkes evinin önündeki olmaz’cıları süpürsün. Hoşgelsin olduranlar...
Yanlış: Yanlış kalkarsa, bir sürü beyin ve kalp diktatörü işsiz kalır. ‘Doğru’ da, eşi ölen muhabbet kuşları gibi bir süre sonra ölür... İnsan büyüdükçe, boyu uzadıkça, kafası yukarı doğru çıkıp da sağı solu, ileriyi geriyi daha geniş gördükçe anlamalı ki, bu kelime elimize vurulan aptal bir plastik cetvel. Kuralları koyan birileri, bu kelimeyle bizi yargılayıp cezalandırır. Halbuki en adil düzen, insanın içindeki medeniyette zamanla kurulur. O kelimeyi kullanmadan, pusulanı iyiye çevirebilirsin. Yanlış diye bir şey yok. Doğru da kim? Biz karşıdan karşıya, bay doğru olmadan da geçeriz.
‘Bence’ konuşalım, ‘sence’ konuşalım... Ne güzel diller onlar.