Paylaş
New York’ta enteresan tiplerin fotoğrafını çekiyor.
Adeta Manhattan denilen adadaki renkli balıkları toplayıp akvaryumuna koyuyor. İnanılmaz bir stil anlayışı var. Kim neyi, hangi yıldan ve modacıdan referans alarak giymiş, şak diye görüyor.
Okyanustan gelen rüzgar, Manhattan’da, köşeyi hızla dönen egzantrik bir adamın pelerinini uçurursa, bisikletiyle her nasılsa orada olan Bill, bunu fotoğraflıyor.
Vogue dergisinin efsanevi moda editörü Anna Wintour’un “Hepimiz Bill için giyinip sokağa çıkıyoruz” diyeceği kadar mühim, bugünün stil dünyasında.
Bazen kendine bir tema seçiyor, mesela diyor ki: Bu hafta sadece siyah beyaz giyenlerin fotoğrafını çekeceğim ve ortaya inanılmaz bir kolaj çıkıyor.
Bir kafede, bacak bacak üstüne atmış bir kadının ayağında gururla sallanan siyah beyaz bir topuklu ayakkabıyı, bir başkasının yağmurdan sırılsıklam olmuş siyah beyaz trençkotunun yanına konduruveriyor.
Bu işe yıllarını vermiş bu deli adamın, “Bill Cunningham, New York” adında belgeselini yapmışlar. İzleyince diyorsunuz ki, evet ancak böyle bir adam yapabilirdi bu işi. Doğru zamanda, doğru yerde, doğru anda deklanşöre basan adam, işte tam da böyle konuşmalıydı. Kısaca bahsedeyim ama siz başka bir hayatın renklerinde kaybolmak için mutlaka bu belgeseli izleyin. Bill, yüzlerce fotoğraf dolu dosyalar dosyalar dosyaların olduğu, mutfağı olmayan küçücük bir evde yalnız yaşıyor. Yaşıyor demek fazla oldu. Konaklıyor diyelim. Erkan Oğur’un şarkısındaki gibi ‘bir ömürlük misafir’lerden o. Tek kişilik yatağında uyanır uyanmaz, bisiklete atlayıp sokaklara... (82 yaşında olduğunu hatırlayalım.)
O sokak senin bu sokak benim, o davet senin bu davet benim gezip, bir sürü güzel, çirkin ve cesuru çektikten sonra gazeteye gidip, fotoğrafları seçip köşesini yapıyor. Bill bunu belki 60 yıldır yapıyor.
İbadet eder gibi çalışıyor. Hayatındaki tek başka şey, pazar günleri gittiği kilise. “Ona neden gidiyorsun?” diye sorarsanız, gözleri doluyor.
“Ben yaşayan en yaşlı teenager olacağım” diyor. Olmuş bile hatta. Yoksa her cümlesi kolay bir gülümsemeyle noktalanmazdı. Bir ara, Bill’i yıllardır oturduğu evden çıkarıyorlar. Bu olay karşısında, yüzünde bir hüzün, bir hayal kırıklığına rastlayamıyorsunuz. “İnsan böyle boş şeylerle hayatını bölmemeli” diyerek atlıyor bisikletine ve hop sokaklara.
Para sıkıntısı çektiği dönemlere cevabı: “Para en ucuz şeydir. Özgürlüktür en pahalı olan!”
Bill, sadece sokaklara ait değil. Kralların, kraliçelerin, sosyetiklerin ve asilzadelerin de gençliklerinden beri orada burada fotoğraflarını çektiğinden, yıllar içinde çoğuyla ahbap olmuş. Havalı partilere, yemeklere ve defilelere davet ediliyor. Hep işini yapıyor. Yemek yemiyor, içki içmiyor. Çektikçe çekiyor. Kendini bir şeye kurmuş, bir mantra tutturmuş gibi, bir sanat eseri gibi yaşıyor.
Bir ara Chanel defilesine girmek üzere kapıya geldiğinde, kapıdaki bodyguard onu tanımıyor ve “İçeri giremezsiniz, bu özel bir davet” diyor. Derken içeriden bir adam yıldırım gibi dışarı koşarak, onu içeri almayan bodyguard’a aynen şöyle diyor:
“Lütfen. O şu an dünyadaki en önemli adam.”
Paylaş