Paylaş
Alışveriş merkezine varmadan sıkı sıkı tembih ettim: ‘Sana bir şey almayacağız Zelda, anlaştık mı? Sadece anneye.’
‘Tamam’ dedi, inandırıcı olmayan bir şekilde.
‘Ama prenses ayakkabılarına bakarız değil mi? Sadece bakacağız.
Orada sana göstermek istediğim bir ayakkabı var.’
‘Tamam’ dedim, inanmayarak.
Tabii ki ilk olarak prenses ayakkabıları reyonuna gidildi ve Zelda o pembe, parlak, hafif topuklu ayakkabıları ayağına giydi, masallardaki gibi kendi etrafında bir tur dönüp durdu ve bağırdı: ‘NASIL!?’.
Çok beğendiğimi, fakat henüz 4 yaşında olduğundan topuklu bir ayakkabı alamayacağımızı, hadi aldık diyelim, bunun annesinin hiç hoşuna gitmeyeceğini anlattım.
Anlattım ama bunları anlatmak için artık çok geçti.
Zelda’nın küçük, parlayan, pembe prenses ayakkabısı, tıpkı masallardaki gibi ayaklarının bir parçası olmuştu.
Uzun ikna çabalarına girdim, verdiği sözleri hatırlattım, başka şey almayı teklif ettim, boşuna.
Sonunda kıyamadım, ve Zelda, küçük, parlayan pembe, hafif topuklu prenses ayakkabısı ve ben, soğuk bir kasım öğleni, kaldırımda eve doğru yürümeye başladık.
O kadar mutluydu ki, ‘Baba biliyor musun, bu benim ilk topuklu ayakkabım!’ dedi.
Çocuklar birer insan şaşırtma makinesidir ama biraz daha yürüdükten sonra bana sorduğu sorular karşında donakaldım.
‘Baba, sen Buddha’ya inanıyor musun?’
‘Sen Buddha’yı nereden duydun?’ ‘Anaokulunda anlattılar. Ben sevdim. Söylediği şeyler hoşuma gitti. Bu hafta da Andy Warhol’u inceliyoruz.’ ‘Hmmm! Onu nasıl buldun peki?’
‘İyi ama çok fazla tekrar ediyor.’
Yürürken, şaşkınlıklar içinde düşündüm. Genellikle pembe, parlak, hafif topuklu prenses ayakkabıları, Buddha ve Andy Warhol kolay kolay bir araya gelmez ama işte kızımda, son beş dakika içinde hepsi bir aradaydı.
O bunları birbirine değdirmeden ya da hepsini kafasında yuvarlak rengarenk bir hamur topu yaparak birleştirmişti.
Madem bugün Nil’in doğum günü ve hepimiz onunla ilgili bir cümle kuruyoruz.
O halde benim cümlem de şu olsun:
Nil bana kızım Zelda’yı hatırlatıyor!”
Paylaş