“Nil Karaibrahimgil, üzerini çıkarıp kendisini serin sulara bıraktı”

2000 yılının sonbaharında Hazır Kart reklamına çıkıp, ‘özgür kız’ unvanını alarak meşhur oluverdim. Oluverdim, çünkü her şey paldır küldür oldu. Aslına bakarsanız, mizacıma tamamen aykırı bir şey meşhurluk. ‘Meçhullük’ü her zaman tercih ederim esasen. Ama Sezen Aksu’nun şarkısında dediği gibi  ‘gelmiş bulundum/kalmış bulundum/bu dağ burda durdukça’...

Haberin Devamı

Üzerinden 20 sene geçmiş. Yok merak etmeyin sanat yılımın 20’nci yılını filan kutlamayacağım. Hâlâ şarkılar yazmaya, yazı yazmaya, konser vermeye devam ediyorum. Bu işi 20 yıl boyunca, saman altından su yürüterek yapmaya çalıştım. Patlamalarım oldu ama onların hepsini Nevada çölündeki 51. Bölge gibi olmadık yerlerde gerçekleştirdim.

En başından karar vermiştim vitrinde yaşamamaya. Bugün bile sosyal medyanın en asosyal meşhuru ben olabilirim. İstediğinde görünür olan bir süper kahraman gibi.

En başında, saçlar gibi karışacağını hissettim işin. Nil’i alıp bana Nil Karaibrahimgil’i vereceklerdi. Sonra da bir daha başka biri olamayacaktım. Nil’e de dönemeyecektim. Aynalar bile bana “Sen Nil Karaibrahimgil’sin” diyecekti. Aynada kendinle göz göze geldiğinde başkasını görmek gibi bir şey. Allah korusun.

Haberin Devamı

Kim demişti şimdi hatırlamıyorum, “Eğer herkes adını biliyorsa, yandın demektir. Git hemen değiştir ve o yükten kurtul” diye. Haklıymış. Neyse ki, Nil’i aklımda tuttum da delirip, kendimi dünyalar zannetmedim. Güneş de zannetmedim, yıldızlar da. Onlar ben olsam da olmasam da yanmaya devam edeceklerdi.

Kendini kandırmanın alemi yoktu. (İyi ki üniversitede felsefe okumuşum, yoksa insan üzerine yaldızlar geldi de azcık parladı diye delirebilir bile.) Aklımı başımda, kökümü da altımda tutmayı başardım bir şekilde.

Peki n’oldu? Geçen hafta insanlardan en az birkaç deniz mili uzakta, üstelik denizin üzerinde tatil yaparken, sahile piknik yapmaya gelen bir aile, uzaktan bütün gün telefonlarıyla fotoğraflarımızı, videolarımızı çekmiş. Sonra da onları gazetelere vermişler.

Haliyle ben de geçen hafta hem internette hem de gazete sayfalarında, çarşaf çarşaf dedikleri türden bir yaz yaşadım. Denizlere atladım, oğlumla şakalaştım, bikinili görüntülendim ve daha neler neler.

Sonra oturup düşündüm. Burası benim evim, bu benim ailem. Kendi Instagram’ımda bile paylaşmadığım aile hayatımı, adamın biri çekip dağıtabiliyor. Peki ben o aileyi çekseydim ve karı koca bassaydım, koca koca bassaydım?

Haklarında da atıp tutsaydım: Deve güreşi yaptılar, balık tuttular, karpuzun kabuğunu denize attılar ve denizin tadını çıkardılar yazsaydım? Annenin denizden yeni çıkmış fotoğrafını da kocaman bassaydım? Bence beni özel hayata müdahaleden dava etmeye bile kalkabilirlerdi.

Haberin Devamı

Ertesi gün ormanda yürürken, karantina sonrası kendilerini denize atmış, piknik yapıp güneşlenen bir aile gördüm.

Çalıların arasından fotoğraflarını çektim. Sonra onları gözleyip, kim kimin nesi onu anlamaya çalıştım. Nereliler, kaç yaşlarındalar, ne yerler, ne dinlerler...

Ben de o fotoğrafı bu yazıya koyabilirdim ama koymadım. Bir sosyal deney olarak kendime sakladım. Çünkü çocuklarını ve kendilerini o şekilde gazetede herkese göstermek istemeyebilirler. Benim de onlardan milim farkım yok. Ben de istemiyorum. İstesem, giyinir hazırlanır, en iyi ışığı bulur ‘yakalanmış gibi’ kendimi çektirme numarasını da yapabilirim.

Biliyorum yaz geldi ve başkalarının aldıkları kilolar, gittikleri yerler, giydikleri şeyler, yedikleri yemekler, öptükleri kızlar, eğlenceleri yine bizim en büyük derdimiz oldu. Peki soralım kendimize: Uyumadan önce, günün hesabını kapatırken, bu dikizlemeler bize ne katmış oldu? Kendi eksiklerimizi ve yalnızlığımızı mı azalttı? Başkalarının hayatını dikizleyip durduğumuz zamanlar, elimizden kum gibi akıp gidiyor.

Haberin Devamı

Elde var sıfırla geçirmiş olduğumuz saatler onlar. Onu yapacağımıza gidip bir şey okuruz, bir dondurma yeriz, yemek yaparız, çocuğumuzla oyun oynarız, gitar çalarız, bir arkadaşımızla kahve içer sohbet ederiz, yürüyüşe çıkarız, karpuz keseriz, günlük tutarız, hayal kurarız. O vakit gece uyurken ellerimiz de, hayallerimiz de dolu dolu uyuruz.

Story’ye koyduğumuz şey gerçekten ‘the real story’ mi? Değil ki.

Yüzlerce ya da yüzbinlerce takipçiyi kendi illüzyonumuza inandırsak ne olur, inandırmasak ne olur... Önemli olan bizim gerçekten yaşadığımız hayat.

Ağzımızdaki tat, burnumuzdaki koku, sırtımızdaki ağrı, çocuğumuzla söylediğimiz şarkı.

Bırakalım meşhurları, bırakalım başkalarını, bakalım işimize.

Haberin Devamı

Aynada gördüğümüz yüzün gözlerinin içine, korkmadan bir bakmak için yapalım bunu.

 

Yazarın Tüm Yazıları