Nefes almak istiyorum

Oğluma akşamları uyumadan önce bir kitap okuyorum...

Haberin Devamı

Kitapta diyor ki, “Herkes ağaç gibidir. Binbir şekilde dünyaya gelir. Hangi ağaç olduğunu seçemezsin ama nasıl büyüyeceğini seçebilirsin.”
O sayfa farklı ağaçlarla dolu.
Her akşam o birini seçiyor, ben birini.
Dikkatle baktığında bazılarının küçüklüğüne rağmen iddiasını, inceliğine rağmen taşıdıklarını, seyrek yapraklı olmasına rağmen süsünü görüyorsun.
Rengarenk yapraklarını...
Her akşam o sayfa, bizim için koca dünya. O farklılıklar en büyük zenginliği.
O sayfada herkes ağaç. Herkes eşit.
Rengi, gövdesi, kökü, yaprağı, cinsi ne olursa olsun eşit. Ağaç işte.
Büyüdüğünde nasıl ağaçları ‘ağaç’ paydasında eşitleyecekse, insanları da ‘insan’ paydasında eşitlesin isterim.
İnsan tuhaf mahlukat, diyemiyorum ona, kendisi tamamen tesadüfen bir ülkede, bir aileye doğar, sonra da hemen rütbelerin peşinde koşar.
“Beni diğerlerinden üstün yapan bir şey var mı, herhangi bir şey” diye delicesine arar, çoğu zaman bulur bir şey, rahatlar.
Ve hemen ilk bulduğu yükseltinin üzerine çıkar ve ilan eder üstünlüğünü.
Sonra da kıpırdayamaz o kaidelere çıkanlar.
Orada sıkılmamak için daha da çok bağırmaları, daha da çok ilan etmeleri gerekir üstünlüklerini.
Neresinden yakaladıysa artık o üstünlüğü, farklılığına yapışıp kalır.
Bazen bu insanlar büyüdüklerinde, kaidelerinde durmaktan o kadar çıldırmış olurlar ki, bir insanın, sırf teni siyah diye mesela, gırtlağına 8 dakika 46 saniye boyunca bastırıp onu öldürebilirler bile... Diyemiyorum.
O insan o sırada “nefes alamıyorum” dese de, çaresizce annesini istese de, duymazdan gelir, o nefesi ondan dizleriyle esirgemekten geri durmazlar demeye dilim varmıyor.
Yüzyıllardır insanlığın, farklılık savaşları, üstünlük savaşları, bu kaide savaşlarıyla dünyayı kana buladığını söylemiyorum ona.
Kadınla erkeğin bile, eşit kelimelerle çağrılmadığını, hayatta çoğu zaman erkeğin bir kaidenin üzerinden kadına seslendiğini ve canını yaktığını henüz bilmiyor.
Koronanın kötü bir virüs olduğunu anlattım ona.
İnsanın nasıl ölümcül bir virüse dönüşebildiğini anlatamıyorum.
Bir insanın bir diğerini nasıl 8 dakika 46 saniye boyunca nefessiz bırakabildiğini söyleyemiyorum.
Eğer çocuklarımızın rahat nefes alabildiği bir dünyada yaşamasını istiyorsak, farklılıktan güç alıp gırtlağa inen
o dizlere karşı çıkmalıyız.
Karşı olmalıyız ama önce.
Bu dili, bu kaideleri, bu ayrımcılığı gösterenlere yüksek sesle “yapamazsın” demeliyiz.
Yerlere, göklere, dilimize, alnımıza yazmalıyız: Bizi ayıramazsınız. Ayıklayamazsınız. Ayıplayamazsınız.
Biz türlü türlü ağaçlarız ve bir orman gibi
beraber nefes alır,
güneşe birlikte uzanır, köklerimizle yere birlikte tutunuruz.

Yazarın Tüm Yazıları