Paylaş
Müziği anlatmak zor. Hava gibi. İçine çekiliyor sadece. İçinden geçiliyor sadece. Çocukken de büyükken de hep müziği üreten biri olmak istemem bundandı. Tüketmek bana yetmiyordu. Kaynağın kendisi olmak istiyordum.
Çünkü doğruyu söylemek gerekirse, tam olarak dinlemek istediğim müziği duymamıştım. Onu oturup kendime kendim yaptım. Sevenler de oldu tesadüfen. Şanslıyım. Müzik işim oldu. Gücüm oldu. Ekmeğim oldu.
Para kazandırmaktan daha mühim bir şey yapıyor benim için. Duygularımı duyuruyor bana. Ben kendimi şarkılarımdan tanıyorum.
Geçmişim ve geleceğimle ilgili rüzgârlar estiriyor. Sanki çok iyi bir falcı gibi. Saklı şeyler, sırlar ayıplar, bas bas bağırabiliyor nakaratlarda.
Fısıltılarla mırıldanarak, ta başından anlatıyorsun kalp kırıklıklarını.
Espriler yapıyorsun. İsim vermeden uzak hikâyeler anlatabiliyorsun. Olmamış şeyler. Olmayacak şeyler. Solle miyle doyla. Kafiyeyle ve ölçüyle.
Gidemeyeceğin yer, diyemeyeceğin şey yok. Öyle deli bir uğraş. Denersin denersin olmaz. Sonra bir gün bir olur...
Dörtyüzellibin kere dinlersin, bunu ben mi yaptım diye. Sonra dörtyüzellibin kere söylersin onu konserde, başkaları da sevdi diye.
Deli işidir deli işi. Ne formülü var, ne yolu yordamı. Biliyorum diyen yalan der.
Yıllarca okuyanı elini kıpırdatamaz bazen, nota bilmeyeni dizine vura vura bir şarkı yazar kalakalırsın.
İçten gelir. Ne kadar derinden gelirse o kadar sevilir. Ne kadar sansürsüzse o kadar çoğalır. Pop denir, rock denir, caz denir ama bir zamanlar Özkan Abi’nin dediği gibi, “Aslında güzel şarkı güzel şarkıdır”.
Bu girizgahtan sonra size anlatacağım şey, müziğin gücünü ispatlıyor. “Alive Inside” diye bir belgesel izledim. Alzheimer’lı, Parkinson’lu, felçli, hafızasını tamamen kaybetmiş yaşlılara gençken sevdikleri müzikleri çalıyorlar.
Pencerenin önünde, sabit bir noktaya bakan, çocuğunu bile tanımayan bir kadının kulağına kulaklık takıp, veriyorlar bir zamanlar topaç gibi dans ettiği şarkıyı.
Ve ne oluyor biliyor musunuz? İnanamazsınız olana! Gözleri parlıyor, ayağa kalkıyor, kollarını kaldırıyor, ağlıyor mutluluktan. Sanki yüksek doz bir ilaç verilmiş. Sanki devası bulunmuş derdinin.
Pembeleşiyor ruhu. Yıllardır belki de ilk kez gülüyor. Kendinin o fırıl fırıl dönen halini hatırlıyor. Aşkı. Sarhoşluğu. Dansı.
İçinde uyuyan gençliğini uyandırıyor müzik. Belgesel boyunca bir sürü yaşlı insan geçiyor gözünüzün önünden.
Şarkısı bitince, uzun uzun müziğe övgüler yağdıranlar. Dans edip ağlayanlar. Kahkahalar atanlar. Yüzünde güller açanlar. Gözlerinden ışık saçanlar. Hepsi bunları sadece bir şarkı dinleyerek yapabiliyor. “İlacın kralı müziktir” diyor belgesel.
İzler izlemez etrafımdakilere sormaya başladım. En sevdikleri şarkılar ne? Hep dinle hiç ihmal etme.
Eğer sizin de yakınınızda, kıymetli mi kıymetli bir büyüğünüz varsa, gençken severek dinlediği müziği bir koyun kulağına.
Kameranızı hazır etmeyi unutmayın. Lakin böyle canlanışı seyrek görürsünüz.
Paylaş