Paylaş
Keşke yapsa. Hep rahat ederdi. O hep aradığı huzuru, gözünün içinde buluverirdi. O ağır gelen kafası, yerçekimsiz ortamda, kalbine değer de değerdi. Herşeyle ve herkesle bir anlığına dans eder ve o anı ömür boyu saklardı. Hani bazen oluyor ya hepimize. Bir an ışığı görüp, selamlayıp, unutuyoruz.
Ha, önce birşey hatırlatmak isterim: Dışardan sert görünen çoğu şeyin içi, bir karpuz kadar kolaydır. Tadından yenmiycek kadar güzeldir. Susuz kaldığınız çoğu şeye devadır. Ve hatta dışının renginden başkadır. Meyvelere daha dikkatli bakmalıyız. Onlar da en az bizim kadar canlı. Ben, metodu böyle sert birşeye uyguladım. Kendisini ikiye bölmesini ve içini göstermesini istedim. Genellikle yuvarlanarak kaçan bu şey, bu sefer, kimbilir belki de dilimin tatlılığına dayanamayıp, kırmızısını ve şerbetini döküverdi. Kamışı batırdım. Pek gıdıklandı, pek hoşuna gitti.
Samimiyet ve sevginin açamayacağı kapı olmadığını hep dinleriz. Bazılarımız bunu duymak için doğuya gider. ıçine bakar. Bazılarının içine bakması için uzağa gitmesi gerekir, öyle herkesin ortasında olmaz. Birşeyi duymak, hep işe yaramaz. Bir tek birşeyi yapmak işe yarar.
Ben de yaptım. Bana sırtını dönmüş gibi yapan herşeye yapıyorum şimdi. Çünkü anladım. ınsan ne derse, ne yaparsa ne verirse kendisiyle alakalı. Yani hayattaki herkesin bir an kendiniz olduğunu düşünün. Yüzlerini silin ve kendinizinkini koyun. Sonra düşünün, bu bensem nasıl davranmalı?
Cevap hep aynı: Samimiyetle ve sevgiyle. Birşeye çarparsanız, çarpıp duruyorsanız, ne zaman rastlasanız size çarpıyorsa, her seferinde topu kalbinizle karşılayın. Bırakın gururlar ayağa kalsın. ‘Oturun’ dersiniz ‘henüz gitmiyoruz’.
Bu metodla bir kapıdan girdim ki sormayın. Çok heyecanlıyım. Fakat hangi hareketleri sıralarsam, karşıma çıkan canavarı yeneceğimi biliyorum. ınsanın içinde de, aynı anda basınca herşeyi alt eden tuşlardan var. Zamanla, basa basa, yana yana, basa döne döne öğreniyoruz. Hayat oyun değil demeyin.
Oyun. Eğer oynarsanız.
Paylaş