Paylaş
Aynı şeye bakıp, aynı sokakta oturup, farklı şeyler yaşamanın mümkün olduğunu. Ayrı fikirde olsak da, ayrı düşmemeyi. Başka şeyleri sevmenin, birbirimizi sevmemek anlamına gelmediğini. Selamın önemini. Gülmenin önemini. Toleransın, esnekliğin önemini.
Hani yıllar önce, deprem olmuştu. Hepimiz çok korkmuştuk, bazılarımız yakınlarını kaybetmişti. Böyle bir felaketin karşısında, bir anda ‘hepimiz’ olmuştuk, ‘bazılarımız’ olmuştuk. Öznemiz değişivermişti. Elif Şafak, TED konuşmasında deprem sabahı gördüğü bir sahneyi anlattı. Canhıraş bir şekilde kendini sokağa atan bir travestiyle, hacı bakkalın buluşmasını. Birisi sigarasını yakmak için, bir diğerinden ateş istemiş. İkisi yan yana kaldırımda oturup, en sevdikleri insanlar için endişelenmişler. Belki o anda, ne kadar benzer duygulara sahip olduklarına ilk kez şaşırdılar.
Böyle felaketler olmadığında da, yan yana renk olmayı öğreneceğiz. Öğrenmezsek yaşayamayız ki. O zaman hepimizin, kendimize benzerlerle bir mahalle kurması ve o mahalleden çıkmaması gerekir. Böyle bir hayatta, her yeri ayrı güzel İstanbul’a, her yeri ayrı güzel Türkiye’ye yazık etmiş olmaz mıyız? Dapdar alanlarda, havasızlıktan boğulmaz mıyız?
Benim, İstanbul’u karış karış yürüyen bir babam var. İstanbul’un elleri nerede bilir, boynu nerede, saçları nerede, gözleri nerede hepsini bilir. Hepsinin en güzel saatini bilir.
O günkü rotasını, esen rüzgarlara göre çizer. İçine çeker sokakları, sohbet de eder insanlarıyla. Yol tarif eder. Numaracı boyacı çocuğun, hangi saatte hangi mahallede boyalarını yere düşürüp, ağlamaya başladığını bilir. Ona şarkı yazar. İstanbul, onun en büyük ilham kaynağıdır. Bir yerini gezemezse, bir organını hissedemez gibi olur eminim. Geçenlerde onunla, kıyı boyu uzun bir yürüyüş yaptım. Nargile içilen kahvelerin içinden yürüdük Karaköy’e doğru, oradan Haliç’e, oradan Eminönü’ne.
Akşam saatleriydi. Vapurdan hızlı adımlarla inip, bir an evvel evlerindeki sıcak dizlere ve son dizilere kavuşmak isteyen insanlarla çarpıştık. İnsan öyle anlarda hissediyor. Kimse yabancı değil ki, onunki de kol dirsek omuz, o da pamuklu bir şey giymiş, o da bir yere gidiyor. Herkesin nefesi var, annesi var.
Şimdi bütün bunlar ‘hepimiz’ken, ayrışmanın ne alemi var?
Paylaş