Angel’da bir sandalyede oturuyorum. Eteklerimi yere serdim.
Bugündeyim. Akşamüstü, Serpentine Parkı’nda yere eğildim ve yılın ilk sonbahar yaprağını topladım. Saçıma taktım. Kuzeye ait olduğumu biliyorsunuz. İstanbul çok sıcaktı, sonbahara ihtiyacım vardı. Uzun kollu şeylere. İçimin ürperip dışarı çıkmasına... Yaşasın Londra! İstanbul’dan taşınca, fazlalılığımı kucaklayan yer.
Madonna konserine gittim. Yari beğendim. Beğendiğim şey, çocukken lambamı bile resimleriyle kapladığım kadının, 50’sinde zamanı reddetmesi. Gerçi bu beni şaşırtamaz. Hiç bir zaman yere kapaklanmayacağını biliyordum. Ölene kadar disko kraliçesi olmaya yemin etmişti. Fakat bir yanım da beğenmedi. Ah o yanım. Beni yakan yanım. Öbürü sönünce yanan yanım. Dedi ki: Hálá o şortlarla ve o dize kadar çizgili çoraplarla, sırf bize "50 değilim işte" demek için, beş dakika boyunca sahnede ip atlayacak kadar terse kulaç atması ucuz değil mi? "Bilmem" dedim. "Yaş var mı ki?"...
Aslında yaptığım işle ilgili şeyler düşündüm konser sırasında. Biz sahneye çıktığımızda, karşımızda ister 90 bin, ister 90 kişi olsun, bir tür psiko drama yapıp, şeytanlarımızla yüzleşiyoruz. "She’s not me" diye bir şarkısı var. (O kız ben olamaz gibi bir şey). O şarkıyı söylerken tam bir terapi seansındaydı. Kendisini kutsadı. Bir erkeğe ve bize, "Kimse ben olamaz ve olamayacak da" demek için, arkada kendi eşsiz yolculuğunun görüntüleri eşliğinde, üç tane Madonna benzeri kadının ortasında dans edip, onlarla dalga geçti. Hepsi hayatının bir dönemine benzer giyinmişti ve tabi ki sahteydiler. Kendisini bizlerin önünde bir kez daha onayladı. Konserden çok etkilenmedim. Kendimle 1-1 berabere kaldım. Üzerime bir duygu yapışmadan ayrıldım oradan.
Daha acayip bir şey anlatmam lazım. Gerçekten, insanın inandığı şeyi gerçek yapmasıyla ilgili bir küçük kanıt. Burada bir arkadaşımın evinde kalıyorum. O burada yaşamıyor. Ben, evinin anahtarını evi temizleyen Brezilyalı Nana’dan aldım. Nana’yla kapıda buluştuk ve bana üç anahtar verdi. "Bak bu, apartman kapısını açıyor, bu da evin. Diğeri eski anahtar, kullanmıyoruz" dedi. Ok. Kolay. En üst kata çıktım, bir baktım, kapıda üç anahtar deliği. Hepsi aynı olamaz diye düşündüm hemen. Of. Nana da gitti. Ortadaki kilit, bence de kapıyı asıl açan olduğu için, anahtar hemen girdi. Diğerlerine girmedi tabi, niye girsin canım aynı kapıda başka kilide! Hemen arayıp sordum. ’Telaşlanma’ dedi, ’O anahtar üç kilidi de acar’. Anahtarı bu düşünceyle kilitlere soktuğumda, hepsine girdi. Ve kapı açıldı. Allah’ım yine mi secret!
Peki ya ben, elimdeki anahtarların hangi kapıları açamayacağını düşündüm de, Londra’lara taştım? Peki Madonna, neyi açamayacağını düşünüyor? Peki ya siz, sonbahar yapraklarına hazır mıydınız?