Londra’da bir odada

Oturup kulaklarımı açtım. Bana en sevmediğim soruyu soruyorlar.

Haberin Devamı

‘Bu mu, bu mu?’. Albümümün masteringinde bulunuyorum ilk kez. Metropolis stüdyolarındayım. Çok beğendim metropolisi. Eski bir elektrik santralini restore edip, çok güzel stüdyolar yapmışlar. Tekrar gelip, burada akustik bir konser kaydı yapmak istedim. Öyle bir durumda gelirsiniz değil mi? Haber vereceğim. Güzel olacak... Neyse, bu mu bu mu’ya dönelim. Stuart, şarkı çalarken bir düğmeye basıyor ve soruyor. Ben cevap veriyorum. Daha önce tam olarak ne olduğunu bile bilmediğim bu konu, beni çevreledi.

Anlatıp, kafanızı şişirmek istemiyorum mastering denen şeyi. Ama kısaca, şarkıların sesini yükselten, birbirleriyle eşit duyulmalarını sağlayan, fakat bunu yaparken de frekanslarla oynayan bir işlem. Özel odaları ve bunu yapan özel insanlar var. Ha diyeceksiniz ki, senin orada ne işin var? Hem haklısınız, hem değil. Bu seyahat ve bu odada geçirdiğim 10 saat, bana insanın hep işinin başında durması gerektiğini öğretti.

Daha doğrusu şunu: Hmmm, anlatması zor ama deneyeceğim: Şimdi biz bir baharatız diyelim. Ya da bir hava durumuyuz. Diyelim ki güneşliyiz ya da kimyonuz. Bizimle ilgili şeyler, biz orada olduğumuzda, bizim o halimizden nem kapıyor. Güneşleniyor, kimyonlaniyor. Hiçbir şey söylemesek de ve yapmasak da oluyor bu. Kuantum fiziğinin beni destekleyeceğine eminim. Sonuçta, albümümün kıyısında değil, içinde yüzüyorum şu anda. İyi ki, o odaya girdim.

Girdiğim öteki oda, bir Rus restoranındaydı. Albümün mikslerini yapan (yo, miksi anlatamam, anlatmak için çok fazla muz yemem gerek) Michael’in doğum günüydü. Gecenin ortalarına doğru, masadakilerden birinin kız arkadaşı geldi. Kız, la boheme adlı operanın provalarından gelmiş. Operacı. Kıvır kıvır saçları, kocaman dudakları, çekik gözleri olan bir Lübnanlı. Bir süre sonra masamıza, restoranda akordiyon çalıp şarkı söyleyen tonton ve gür sesli adam da geldi. Şarkı söylemeye başladı.

Önce yadırgadık sonra katıldık. Müziğin gücü işte. Kayıtsız kalınmıyor kulağının dibinde çalınca. Kimyanla oynuyor düpedüz. Sıra ‘summertime’ şarkısına geldiğinde, Lübnanlı kız ayağa kalkıp, öyle bir sesle öyle bir teatral performans gösterdi ki, bu muhteşem anı telefonuma kaydedip, siteme koymayı unuttum! Aklın baştan gittiği ender anlardan! Dünyada ağzını açıp da büyü söyleyen, iç kamaştıran ne kadar az insan var. Ruhum teslim oldu. Ruhumun teslim olacağı anları beklemek, hayatla aramdaki flört.

Bir üçüncü oda da, soho’da bir otel odası. İçinde ‘güneÅŸ, kimyon, muz ve kuantum’ gecen bu yazıyı yazdığım oda.Â

Oh lala.

Yazarın Tüm Yazıları