Paylaş
Küçükten itibaren, şeker veren kötü amcalardan tut da, tabağındaki yemeği bitirmezsen başına geleceklere dair masallarla büyüyorsun. Dışarısı kaka. İçerisi temiz. Dışarısı kötülüğünü isteyecek, içerisi iyiliğine çalışacak. Dışarıda ne nedir belli değil, içerisi neyse o.
Doğal olarak, dışarıya içeriyi belli etmeme üzerine bir kişilik inşaatı başlıyor.Çıkıyoruz kat kat çirkin gökdelenleri. Aslında ruhumuzun elbisesine hiç uymayan vatkaları takıp, kendimize volüm katmamız bundan.
Dışarıdan zengin durmak, dışarıya mümkün olduğunca benzemek. Bunlar bizi yara almaktan kurtaracak sanıyoruz. Halbuki, göz denilen şey içeriden bakıyor. Ve gözler birbirine baktığında, karşılıklı ışığı yanan iki pencere gibi birbirlerini görüyorlar. Ben senin gökdelenindeki tek göz odanı görüyorum, sen de benimkinin derme çatmalığını görüyorsun. Birbirimizi anlıyoruz ama. Korktuğumuzu biliyoruz. Zarar görmekten ödümüz patlıyor.
Oldum olası, mahremimin mahzenindeki şaraplarla sarhoş yaşadım ben de. Gözlerime yakından bakan bilir, öyle şatafatlı biri değilim.Kendi halimde, hafif ürkek bir tavşan olduğum filan söylenirse şaşırmam.
Şarkılarımda bir cesaret, bir meydan okuma, bir rap rap yürüyüş varsa, o şarkıları aslında kendime söylememden. Allah biliyor, kendime söylemediğim hiçbir şeyi size söylemedim. En azından o açıdan içim rahat.
Pencereden gelen müzik, benim odanın müziği... Müzik hariç, parantezler içinde bir tip olmam, benim tersim olan insanlara hayranlık duymamı sağlıyor. Nasılsa öyle olanlar, kendilerini büyük harfle yazmayanlar, zeki bir alçakgönüllülükle içten bir gülüşü birleştirenler! Sizler benim kahramanımsınız. Mağaranızdan çıkmış, güneşin altında durmuşsunuz. Siz hiç tek başınaların başına gelenleri duymamışsınız, ne şans!
Bir şeyi süslediğimizde, onun süs olduğu görünüyor. Bir şeyin üzerini örttüğümüzde, halının altına itilmiş bir terlik kadar belli oluyor o da. İnsanlar ne naif yaratıklar! Saklamanın, büyütmenin, abartmanın mümkün olduğunu düşünüyorlar. Halbuki namümkün bu. İnsan karşısındakini bir bakışta muz gibi soyabilir. Bilim bile bunu ispatladı.
Her zamanki gibi, size konuşurken kendimi dinliyorum. Diyorum ki, neysen o olmak kadar güzeli yok. Keşke bütün bunları ortaokulda, lisede filan da biliyor olsaydım. Ne kadar zorlanıyor insan o yaşlarda! Herkesin sevdiğini sevmek, herkesin giydiğini giymek, herkesin dediğini demek için. Bir bukalemun gibi yok olmak için yaşıyorsun bir dönem. Seni gösteren işaret parmakları ve duyamadığın fısıltılardan kaçmak için sapmayacağın yanlış yol yok! Ama o da geçiyor. Okulda öğretilen her neydiyse, o da doğru değil. Çünkü hayat bir gün sana diyor ki:
Göster bakalım renklerini, kimsede olmayıp sende olanı.
Paylaş