Paylaş
Bir anne bizi doğuruyor.
Onun bir evi var, bir kocası var, pişirmeyi bildiği yemekler var ve de kokusu.
Ev ahalisinin sevgi ve öfke ayarları var.
Geçmişten, ta biz doğmadan yaşadıkları bir sürü şey ve onların bıraktığı bir sürü iz.
İzlerin bazıları kollarında, bazıları ruhlarında.
Bu seçmediğimiz ve büyük bir şans ya da şanssızlık eseri kucaklarına düştüğümüz aile, kendi bildiği gibi büyütüyor bizi.
Kararlar onların dudaklarında.
Yolculuklar onların duraklarında.
Sonra bir ara, sanki kontrol bizdeymiş gibi olan bir zaman dilimi başlıyor.
Arabanın ön sol kapısı açılıyor ve “Buyurun” diyorlar, “direksiyon sizin”.
İstediğin hızda, istediğin yöne doğru gitmeye başlıyorsun.
Ama tabii, daha önceden kafanda çizili bir sürü yolla oturuyorsun koltuğa.
Gitmeyi bildiğin yerler var. Gitmeyi sevdiğin yerler var. Alıştığın bir hız.
Şunu fark ediyorsun zamanla, kontrol tamamen sende değil sanki.
Sanki sen seçer gibi olsan da, seçenekleri birisi eliyor gibi.
Sonsuz değil birkaç tane. Kader diyorsun adına.
Kader önceden senin geçeceğin yere bir bakıyor sanki.
Bir zar atılıyor belki. O kadarına ermiyor aklın. Hislerinle dokunmaya çalıştığın yerlerden.
Akıllıysan diyorsun ki, benim kontrolüme ne kadarı düşüyorsa, ben onun en iyisini yapayım.
Direksiyonda yön verme gücü yokken, çocuk gibi sağa sola kıvırmayayım şunu.
İşte böyle başlıyor hayatla ilk dansın. Hayat valsin.
Bir adım sen atıyorsun, iki adım o.
Bazen de iki adım atıyorsun, hop döndürüveriyor.
Alışıyorsun buna. Hatta hoşuna da gidiyor.
Her şeyi kontrol ederek yaşamak çok hızlı giden bir arabayı sürekli yolda tutmaya benzerdi zaten. İstemezdin inan.
Kontrolünde olmayan şeyler asabını bozuyor aralarda.
“Ben bunu dantel gibi işleyip, buralara kadar getirmişim, şimdi bu mu?” diyorsun.
İsyan ediyorsun şu eli görünmez kaderine.
Hesaplarına uymayan şeyler, büküyor boynunu çiçeğinin.
Zaman giriyor araya, barıştırıyor yine sizi.
Alışıyorsun da bakma. Bazen zor da olsa, bakıyorsun topun senden çıkıp filenin öbür tarafına geçtiği anlar var.
Orası da boş durmuyor. Vuruyor topa. Orası da atıyor zarını. Ediyor lafını. Oynuyor taşını.
Anlıyorsun ki, hayat başına gelenlerden çok, aklından geçenler.
Hayat mekanlardan ve olaylardan çok, anlatıcının hikayelendirmesi.
Kontrolü bırakmayı ve anlatıcına bakmayı böyle böyle öğreniyorsun.
Size de olmuştur. Birisiyle aynı yere gidip, benzer şeyler yaşarsınız fakat anlatıcı farkından ötürü, bambaşka hikayelerle dönersiniz.
Hayat elimizden gelenin en iyisini yapıp, gerisini bir tebessümle seyir eylemekten ibaret.
Kontrol odası sonrası, kabul salonuna geçmeyi bilmek gerek. Bunu yapabilenleri gönülden kutluyorum.
Paylaş