Paylaş
Sabah apar topar evden çıkıp Ayşegül Dinçkök’ün “Derin Tutku” sergisine gittim. Bugün serginin herhangi bir günü değildi. Çaba Derneği, kimsesizler yurdundan 64 kız çocuğunu sergiye getirecekti.
Gittiğimde, “Çocuklar geldiğine playback yapar mısınız?” diye sordular. Playback yapmayı hiç sevmediğimi söyledim. Playback şu demek; şarkı fonda çalıyor, siz de üstüne söyler gibi yapıyorsunuz.
“Yapmasam daha iyi” dedim. Sonra onlar 10’ar 10’ar içeri girmeye başladılar.
“Abla seni bir yerden tanıyoruz, artist misin?” dediler. “Ben şu anda çalan şarkıyı söyleyenim” dedim. “Olamazsın” dediler. “Valla oyum, kakül kestirdim ama bakın oyum” diyerek kaküllerimi alnımdan kaldırdım.
I ıh’mış, yine de ben o değilmişim. Kimliğini göster o zaman dedi biri. (Ne kadar güvensizler diye üzüldüm ve ne kadar da uyanık! Benim asla aklıma gelmez bunu sormak...)
Kimliğimi çıkardım. “Burada Ferhan Nil yazıyor” dedi kız. “Evet” dedim “göbek adım”...
“Erener yazıyor Karaibrahimgil’in yanında” dedi. “Evet kocamın soyadı” dedim.
Ne dedi biliyor musunuz... “Yine de bu kimlik sahte olabilir” dedi. O kıza takıldı hep gözüm sonra. Ne kadar güzel. Hikayesi ne acaba... Neredelerdi annesiyle babası acaba... Ne oldu da, resmi kimliklere bile inanmaz oldu acaba... Onu güldürmeyi ve Nil Karaibrahimgil denen şarkıcı olduğumu ona ispatlamayı koydum kafama.
Bana “Eğer sen oysan, o zaman bu çalan şarkıyı söyle” dediler. Kanatlarım Var Ruhumda çalıyordu fonda bangır bangır. Başladım söylemeye. Bir sürü kulak yaklaştı dudaklarıma.
“Evet benziyor” dedi biri. “Sesi baya benziyor bu söyleyene”. “Müzik sussun, o tek söylesin” dediler. Sustu müzik ben başladım söylemeye... “Sen beni boşuna hiç kalbinin oralara koyma... Kalamam oralarda... la la la la ben de böyleyim, la la la la hep de böyleydim...’
Sonra “Hadi nakaratı hep beraber söyleyelim” dedim ve koca bir kızlar korosunun sesi yankılandı, Tophane’nin tek kubbeli salonunda: “KARANLIKTA YANABİLİRİM, BOŞLUKTA DURABİLİRİM, DÜŞMEM BEN KANATLARIM VAR RUHUMDAAA!”...
Gözlerimden boşalan yaşlar, karnıma kapanan onlarca küçük başın saçlarına düştü. Sanki benim çocuklarım. Sanki uzun zaman sonra, binlerce hayat sonra buluşmuşuz. Ağızlarımızı açmış avaz avaz bağırıyoruz. Allahım, müzik ne güzel şey, ruhlarımızı birbirine dikiyor.
Yabancıydık akraba oluyoruz. Yaralarımızı gösteriyoruz, gözlerimizin içine bakarak “Biliyorum” diyoruz. “Ben de” diyoruz “ben de”...
Kimi o bana inanmayan kız kadar şüpheli, kimi sanki 60 yaşında gibi bakıyor, cümle kuruyor. Yüzünde çiller, yanakları pof pof o mutlu kız “Ben ilk kez bir şarkıcı görüyorum” diyor. Boşver şarkıcıyı türkücüyü, hayatında hep insan gibi insanlar gör inşallah diyorum içimden.
Bir tanesi çıkardı yüzüğünü verdi, bir tanesi bileğindeki nazar boncuğunu.
O kız sonra bana inandı. Kalbini kafaya taktım ve aldım onun.
Onun o sertliğinin altındaki, “Kırın beni ve bakın içime” deyişini duydum.
O kızlar artık benim hayatımda. Kasımpaşa’ya onları görmeye gideceğime söz verdim. “Şimdi benim eve gitmem lazım, benim bir bebeğim var” dedim. Resmini göstermemi istediler. Gösterdim.
Telefonuma bakıp, “Şu fotoğrafı da aç, şuna da bakayım” dediler. Hepsini gösterdim. Sanki bir an için en yakın arkadaşlarımdı. Etrafıma kalkan olup, ateş yaktılar sanki. Nasıl ısıttılar içimi, nasıl sevgiyle doldum. Nasıl yakındılar.
“Abla gel seninle Roman dansı yapalım mı?” dedi Gülistan.
Ah be Gülistan, bir dahaki sefere söz. Şimdi gitmem gerek, evde bekleyen bebek bir oğluşum var benim. Gitme vaktim geldi. Bugün sayenizde gördüm, sevgide cimrilik yapmayacaksın. Açacaksın vanayı, gürül gürül akacak. Sonra da olanlara inanamayacaksın. Lambadan çıkan cinler filan, yanında az kalacak.
Paylaş