Paylaş
Güneş vuruyordu yüzüme, gözüme.
Ellerimi sallıyordum canım istiyor diye. Rüzgar saçlarımla oynuyordu ve ben fazla bir şey düşünmüyordum aslına bakarsanız.
İşte iki kadın yan yana gelince neler konuşursa, onlardan konuşuyorduk.
Birbirimize birçok konuda katılmanın mutluluğu içinde kim bilir ne kadar oksitosin salgıladık.
Yürüdüğümüz yerde ağaçlar da vardı.
Hatta bir tanesi, resmen yere uzanmış, dirseğini yere koymuş, yılların rüzgarından bıkkın dinleniyordu.
Birileri yolun karşısında çay karıştırıyordu.
Bizim burada sabahları hangi sokağa giderseniz, çay karıştırma sesi duyarsınız sokakta yaz kış. Renk doluydu etraf. Mor kapüşonlu çocuklar kaydıraktan kayıyordu.
Terleyip hasta olmasınlar diye endişelenen anneleri vardı. İnsanlar arabalarında kendilerini, bir yerden bir yere taşıyorlardı.
Bacaklarım ne güzel biri önde biri geride adımlar atarak beni istediğim hızda gezdiriyordu.
Kollarımı savuruyordum.
Saçlarımı savuruyordum.
Laflarımı savuruyordum.
Hava buzdu söylemiş miydim. O burnun oradan dönerken, kulaklarımız dondu.
Ben ince giyinmiştim ama üşümüyordum.
Paltomun yakasını kaldırıp, kulaklarımı örttüm.
İstanbul estiriyordu yine bir şeye. Bir mevsim geliyordu yine ve habercileri kulaklarımıza iğneli uyarılarda bulunuyordu.
Mevsimler geçiyordu ama buna alışkındık. Yeni yıla yaklaşıyorduk, yine her şey yenilenmiş gibi olacaktı.
Defterler başa saracaktı. İçimizde yine umutlar alevlenecekti. Biz bunlardan konuşmuyorduk.
Biz bunları fark etmiyorduk. Kulaklarımız donuyordu.
Ama, kadınların hep yaptığı gibi, o sırada yaptığımız yürüyüşün ne kadar iyi olduğunu onaylamakla meşguldük.
Kolay onaylayanlardandım ben.
Bacaklarımız bizi taşıdıkça taşıyordu.
Şu an bütün bunlar olurken birileri uyuyordu, birileri kafiye yapıyordu, birileri umursamıyordu.
Zenginlikler içindeydik. Özellikle bedenimiz! Kaç mahalle geçtik bak.
İstesek kaç mahalle daha geçeriz. O an sokaktaki herkesle her şeyi konuşabilirdik.
Her şey anlaşılırdı. Hepimiz aynı yerlerden geçiyorduk.
Ortak alan çoktu aslına bakarsan, odalar azdı. İçimiz sevgi doluydu, itiraf edelim.
Erkeklerimiz atıyordu kalbimizde.
Yüzlerini düşünmek güldürüyordu içimizi, varlıkları karnımızı ısıtıyordu.
Kalbin kendini aşıp, başkasına taşması nedir biliyorduk.
O huzurla yürüdük. Ellerimizi o huzurla, ceplerimize soktuk.
Sonra durduk. Eve dönmeden önce, kaslarımızı esnetmek için bacaklarımızdan birini kaldırıp banka koyduk.
O tarafa doğru eğildik. Amma hükümdarıydık şu bedenimizin! “Bükül!” deyince bükülüyordu.
“Eğil” deyinde eğiliyordu. Ta ayağımıza kadar uzatmıştık ki ellerimizi, yanımıza orta yaşlı, derin nefesler çekmiş bir adam geldi ve bize şöyle dedi:
Kendinizi şanslı hissediyor musunuz?
“Evet ya siz?” dedik. “Tabii ki” dedi.
Paylaş