Kendinin dışına basmayı özleyenlere

Ne zaman “Yok ben bunu yapamam” dediğim bir şey yapsam, içinden değişmiş ve yenilenmiş biri olarak çıkıyorum.

Haberin Devamı

Yüzü gençleştirici kremler varsa, ruhu da gençleştirici aktiviteler var.

Seni, katılaşıp kendine kabul ettirmediğin bir önceki bölümüne geri götüren şeyler.

Nil bunu yapmaz, sevmez, yorulur, onluk değil dediğin şeyler.

Hani herkes bize, sonra da biz kendimize şöylesin, böylesin demeden önceki ilk sayfaları hayatın.

Her şey mümkün, her şey denensin, her şey olur.

O zamanlar. Sonra biliyoruz ki, beyinde budama başlıyor ve senin o geniş ve çoklu yolların, gidip gidip geldiğin patikalara dönüyor.

Hatta ne patikası, otoyol.

İşte bu yüzden dilerim herkesin hayatında, onu kendinden dışarı basmaya davet eden biri olsun.

Şiir yazamam diyene yazdıran, dağa çıkamam diyeni tırmandıran.

Kalıpların kırılıp yeniden yapıldığını bilen, güvendiğin biri. Seni olduğundan daha fazlası olmaya davet eden.

Haberin Devamı

Mesela Ceren. Avustralya’ya gitti. Çok sıkıcı bir vergi dairesinde çalışmaya başladı.

İçindeki hazineler gitgide gömülürken, hayatı aynılaştı.

Sonra bir gün Jeremy’e rastladı.

Hayat böyle tesadüflerin senaryosunu çok iyi yazıyor.

Ceren bir kız arkadaşıyla, Melbourne’da ağzına kadar dolu bir kafede oturuyor.

Jeremy bisikletiyle geliyor, yer yok.

Ceren, ‘gel bizim masada otur’ diyor. Jeremy oturuyor, oturuş o oturuş, kalış o kalış.

Çok seviyorum hayatını geçireceğin insanın bir kafeye bisikletle gelen biri olmasını filan. Güzel karşılaşma.

Güneşli, sürprizli ve her şey gibi tesadüflerle dolu.

Kafe dolu olmasaydı, Ceren çekinse ‘gel otur’ demeseydi, Jeremy dolu deyip geçip gitseydi, sonra olanların hiçbiri olmayacak, evlenmeyecekler ve North da doğmayacaktı.

Ama en önemlisi, belki de Ceren hiçbir zaman vergi dairesinden istifa edip, kendi elleriyle yaptığı ahşap mobilyalarını sattığı bir dükkanı olmayacaktı. Jeremy, bir arkeolog gibi Ceren’i kazdı. Bütün âşıklar kazar.

Ve ondaki cevheri, hazineyi buldu. Toprağın üzerine, güneşe çıkardı. Ceren’e gösterdi.

Senin ülkende bu cevher var, bir şey yapmayacak mısın bununla dedi?

Çok becerikli ellerin, hayal gücün var.

Sen bir tahta parçasından sandalye, masa, dolap yapabilen, oğluna şarap fıçısından küvet yapabilen inanılmaz bir kadınsın. Öyleydi de.

Haberin Devamı

Üniversitede bilirdim öyle olduğunu. Fakat saklamaya karar vermişti.

Hazinesini değersiz görenler, onu gün ışığına çıkartmazlar. Bazen de bir Jeremy gerekir işte çıkarmak için.

Benim de Serdar’ım var.

Bana şarkıların ne güzel diyen, özgürlük şarkısı yazar mısın diyen, kelimeleri ne güzel bir araya getiriyorsun diyen odur.

Ben de hazinemi onun sayesinde çıkardım yeryüzüne.

Serdar olmasa Büyükada’da bisikletle uzun turu yapmam, Bozburun’dan Selimiye’ye yürümem, snowboard yapmam ve rüzgarlı bir havada küçük yelkenli bir katamaranla denize açılmam oğlumla.

Her seferinde, konfor alanımın dışında bir teklifle gelir.

‘Ormanda yol açtım kıyıya kadar, gelir misin?’ gibi.

Haberin Devamı

Yapmayacağımı söylerim. Binbir bahanemle. Domuz var, yokuş var, kene var, diken var. Vardır da gerçekten.

Ama yürümek isteyenin karşısına çıkmaz bunlar, ilginçtir, yürümek istemeyene görünür.

Hayatta yapamam dediğim çok şeyi onu rüzgarıyla yaptım.

Geçen hafta rüzgarda uçuşan, 4 kişilik yelkenli bir katamarana ailecek de onun sayesinde bindik.

Kaptanımız Levent önce, ‘devrilebilir, deniz bu, rüzgar bu, katamaran bu, diye söze başlayınca, güneşten mi şikayet etsem, küçük oğlumuzun travma yaşayacağından mı, yoksa dalgalı bir günde deneyecek olmamızdan mı bilemedim.

İçimde Carmina Burana gibi bir şey çalarken, can yeleklerini giyiyordum. Diyeceksiniz ki neden yapıyordun peki?

Haberin Devamı

Çünkü başka bir şey deneyecektim, kendimin dışına basacaktım da ondan.

Her gün yaptığımdan değişik bir gün geçirecektim.

Nil yapmaz dediğim, hoşlanmaz dediğim, oğluyla hele hayatta dediğim bir şey önüme gelmişti.

Ben her zaman, böyle istasyonlardaki trenlere binerim. Hep bindim.

Hep gittim ve hep iyi ki gitmişim dedim. Aziz Arif küçücükken, 20 saatlik Kars trenine de böyle bir günde bindim.

Nil’e mahkumiyeti kabul etmiyorum.

Sonuçta, denizde uçmak neymiş yaşamış oldum. Aziz Arif rüzgar ne demek öğrendi.

Rüzgar olmadığında durmayı, kalakalmayı gördü.

Rüzgarla anlaşmadan kendi yoluna gidemeyeceğini gördü.

Yüzüne yüzlerce kere galonlarca dalga yedi. Hepsinden kahkahalarla çıktı.

Haberin Devamı

Ben, yazları denizin üzerinde yaşıyor olmama rağmen, denizin beni kucağına aldığını hissettim.

Ürktüm, küçüldüm ve teslim oldum. Teslimiyeti öğrendim ben. Ve beni uçuracak da olsa, rüzgarsız hayatın hayat olmadığını.

O gün, uyumadan Aziz Arif’e, günün en güzel şeyi neydi dedim, katamaran dedi.

En zor şeyi neydi dedim, katamaran dedi. Tam da öyleydi.

Benim için de. Hayat da öyle değil mi? Hem en güzel, hem en zor.

Herkes uyudu sonra, ben Hemingway’in kitabından uyarlanan “Yaşlı Adam ve Deniz” filmini izledim. Filmde de öyle.

Yaşlı adam, üç gün uğraşıp kayığından büyük balık yakalıyor, ne şans, ama dönüşte köpekbalıkları yiyor tamamını, ne şanssızlık.

Neyin şans olup olmadığını zaman gösteriyor. Hayat macera romanını böyle yazıyor.

Yatmadan teşekkür ettim Serdar’a ve hemen yanımızdaki dağın tepesine çıkma teklifini kabul ettim.

İyi ki ettim, yoksa nasıl dünyaya bir de buradan bakardım?

 

Yazarın Tüm Yazıları