Paylaş
Sanki bir kamyonun lastiği bütün gücüyle göğüs kafesime bastırmış, beni nefessiz ve hareketsiz bırakmıştı. Öyle bir zamandı.
İnişleri çıkışları, kuyuları ve tepeleri olan hayat coğrafyasının karanlık bir mağarasındaydım.
Yüzeye çıkmak için ayaklarımı var gücümle çırpıyordum. Mecburdum. Mecbur değildim de öyle biriydim.
Düştüğü çukurdan başını kaldırıp, yıldızlara bakanlardandım. Güneş kapandıysa, bulut gelmiştir, bulut da gelip geçecektir diyenlerden.
Güneşi hafızasında tutanlardan. Nefesini tutup bekleyenlerden. Nefes alıp vermeye devam edenlerden.
Yine de gücüm yoktu. Olan tek gücümü ayaklarımı çırpmaya vermiştim.
O günlerden bir gün, Serdar’la birbirimize birer hediye yapmıştık.
Onun hediyesi, içinde benim de olduğum bir fotoğraftı.
Fotoğrafta üzerime giydiğim bütün kıyafet ve aksesuvardan birer harf sarkıyordu.
Eğer çok dikkatli bakarsan, o harfleri bir kağıda not eder ve cümleyi bulabilirdin.
Fotoğrafı Emre Güven çekecekti. Hep beraber Mahizer, ben, Serdar, Gülin, annem...
Bir sabah stüdyoda buluştuk. Ben kat kat Serdar’la Mahizer’in beraberce toparladığı o deli kıyafet kombinasyonunu üzerime giyiyordum.
Şemsiyem bile vardı. Vereceğim pozda, şemsiye beni uçuruyormuş gibi yaptım. Bir nevi Mary Poppins oldum.
Çekim bitince, “Ben kendim için de bir fotoğraf çektirmek istiyorum” dedim.
Kendime sarılacağım bir fotoğraf! Mümkün mü, nasıl yapabiliriz?
Üzerime kazaklar bağladık. Öz şefkatse, sıcacık olsundu o zaman. Ve renkli. Gülin bana sarıldı önce. Sonra ben Gülin’e sarıldım. Sonra sarılan ve saran benleri bilgisayarda yan yana koyduk ve oldu...
İşte, kendime sarıldığım fotoğrafım sonunda gerçek olmuştu!
Bu fotoğrafa ihtiyacım vardı. Kendimi sevmeyi hatırlamak istiyordum.
İçimdeki eleştiren sesi susturan o dost sesi de duymak istiyordum.
“Olsun, sen elinden gelenin en iyisini yapıyorsun” diyen. “Olduğun halinle ne güzelsin” diyen.
Eli şefkatle dokunan. Saçlarımı okşayan. Şarkılarıma kulak veren. Beni dizlerine yatırıp, anlattıran.
Senin en yakın arkadaşın da benim diyen.
Kan kardeşim. Çocukluğum, büyüklüğüm, anneliğim, kadınlığım, gençliğim ve tüm zamanlarımdaki tüm hallerim.
Kucağımda, yanı başımda ve hep yanımda.
O mağaradan çıkıp güneşe kavuştuğumda, bu fotoğrafı sakladım hep. Kendime sakladım. Kimseye göstermek için değildi.
Sonra, günlerden bir gün “Kuzey Yıldızı” diye bir şarkı yazdım Alice Müzikali için.
O şarkıda çocukluğumla düet yapıyorum. Ve ikimiz birbirimize kuş dilinde ‘seni seviyorum’ diyorduk.
O şarkı çıkınca bu fotoğraf geldi aklıma. Paylaşmaya karar verdim.
İnsanın kendine sarılmasını narsizm olarak düşünmenizi istemem. Narsistler aslında kendilerini sevmezler.
Kendilerini sevebilmeyi deli gibi arzulayan vampirlerdir onlar. Sizde sevgi uyandırıp, onu geri alırlar, karşılığında bir şey vermezler.
Her yanları kendileridir. Kalpleri batar. Bu ise “kendini sevebilen, herkesi ve her şeyi layıkıyla sevebilir”in resmi.
Hayat zor zanaat. Hepimiz her an seçimler yapıp, olabildiğimizin en iyisi olmaya çalışıyoruz.
Hayata gelmek büyük şanstı, hayatta kalmak da büyük şans.
Hayatta kalırken, bunu bir de hayata anlam ve neşe katarak yapabilmekse en büyük başarı.
E bunu da başarıyorsak, kendimize şöyle sıkıca bir sarılalım değil mi?
Bence evet.
Paylaş