Kendime gittim

Beş kadın, beş anne sabahın 7’sinde, aynı odada uyandık.

Haberin Devamı


Hiç konuşmadan ve göz göze gelmeden, hazırlanıp çıktık.
Biraz yürüdük...
Sonra o gong sesini duyunca, yaklaşık 30 kişinin daha olduğu bir odaya girip, yoga mat’imizin üzerine oturduk.
Zeynep’le önce nefes çalışması sonra da biraz meditasyon yaptık.
Yine gong çaldı.
Sessizce, birbirinin yanından akan nehirler gibi, çıktık ve kahvaltının verildiği büyük terasa gittik.
Kahvaltımız bir kasede üç meyveydi.
Hepimiz başka masalara oturduk. Dağlara bakarak meyvemizi yedik.
Elma yumuşaktı biraz, ısırınca amma bağırıyor.
Şeftali sert, şeftalinin sertini sevmem derim normalde ama bununla aram iyi.
Tabii en çok mor eriği sevdim. Kendime gittim

Şu mor erik çok acayip meyve.
Ekşiliği tatlılıkla öyle bir karıştırmış ki, tadına yeni isim gerek.
Napayım uzun uzun meyveleri düşündüm. Tatlarını düşündüm. Dağa baktım yedim.
Dağ da meyve yiyişime baktı.
Sonra yine gong, yine sessiz, yine matın üstü, bu sefer yoga.
Hem de Rebeka’nın ilk dersi.
Telefonum yanımda olsaydı çekseydim. Ama telefon da yok. Odada hepimizinki.
Kitap da yok. O da bir tür konuşmaymış.
Yoga bitince, öğlen bir gibi, hep beraber omm diyerek, günün ilk sesini çıkarıyor ağızlar.
Herkes omm’unu dinliyor.
Sesimi duyuyorum. A benim sesim.
Şarkı söylerken dikkatle dinlediğim, diğer zamanlar unutup gittiğim...
Aaaauuummm diyen dilimi seveyim benim. İşte öyle oluyorsun kendini içine katlayınca.
Sonra konuşma serbest.
Koşarak odalardan cep telefonları alınıyor.
Hepimizin çocukları 4 yaş civarı.
Babalardan, anneanne ve babaannelerden gelen ‘iyiler’ mesajları, ‘sizi hiç sormuyorlar’ mesajları, ‘bakın nasıl da sizsiz oynuyorlar’ resimlerinden sonra, kendimize geri geliyoruz.
Glutensiz, şekersiz ama çok leziz yemeğimizi yiyoruz.
Yemek bitince gidip, odanın esintili gölge terasında oturuyoruz.
Kadınlık ve annelik ortak paydalarında yıkanan sohbetler yapıyoruz.
Herkes kitabını çıkarıyor. Murakami’nin o kitabı güzel mi, a ben onu okudum çok iyi, bunu Nil verdi bana, a Berna lütfen çocuk eğitimiyle ilgili bir şey okuma.
Buraya kendimize gelmeye geldik.
Sonra aşağıdaki havuza giriyoruz.
Ne güzel kendinle havuza girmek.
Koştu, atladı, güneş kremi şapka, deniz gözlüğü, ıslak mayo, kuru mayo olmadan.
Koşturmasız, telaşsız, saatsiz.
Sonra kurulanıp, ıslak saçlarla mat’ine dönüyorsun.
Mat’ime uçan halı diyorum ben artık.
Beni bir yerlere seyahat ettirdiği için.
Bu defa Andrew’nun yoga dersi.
Andrew keşke arkadaşım olsa. İspanya’nın güneyindeki kasabada değil de İstanbul’da yaşasa.
Her gün giderdim onun dersine. Yavaş yavaş beni mükemmelleştirirdik.
Önce dik duruşumu çalışırdık. Engin bilgisiyle beni sopaya bağlanan bitkiler gibi düzeltirdi.
Sonra, mutfak tezgahından bir hareketle kırıntıların hepsini alan bezler gibi, telaşımı alırdı bir çırpıda.
Et, süt, gluten, şeker yemediğimiz, dedikodu yapmadığımız parlak ciltli dik duruşlu bir hayatımız olurdu.
Şakalarıyla gergin iplerimi gevşetirdi. Neyse hepimiz Andrew’cü olduk anlayacağınız. Şimdi okuduğum kitapta da onu diyor. Efor yok ustalık var.
Sonra Begüm’ü gördüm, “Eva’yla tanışmak ister misin” dedi.
Eva evlere detoks yapıyormuş.
“Hiçbir şeyi yeni alma”ymış cümlesi.
Sahip olduklarının enerjilerini seninle ortaya çıkarıyormuş.
Ben de yeni bir şey almamayı çalışıyorum bu ara.
Hiç kullanmadığım şeylerim var yığınla.
Onlarla konuşmaya başladım.
Ha eğer çok değiştiysek, ortak paydamız yoksa artık, vedalaşmalıyız o pantolonla, o kremle, o ayakkabıyla.
Eva çekmecenin en dibindeki çengelli iğneyle bile karşılaştırıyormuş seni.
İstanbul’a gelir mi, sırtımdaki yığını alır mıyız beraber? Evetmiş.
Sonra Zeynep’in anlattıklarını dinledik. Nelerden mi bahsetti?
Yeni uyanışlardan, duygulardan kaçmamaktan.
Kovaladığın şeylere dikkat etmekten. Duyduğum güzel şeyleri başka yazıda özetleyeceğim.
Yoga tatilimiz, Berna’nın babasını kaybettiği haberiyle üzüntüyle noktalandı.
Beşimiz arabaya atlayıp, onu havaalanına getirdik.
Birbirimize sarılıp, belki de bu son birkaç günün Berna’yı bu beklenmedik habere hazırlamak ve yanında olmak için olduğunu bile düşündük.
Berna 40 dakika meditasyonda, kim bilir içindeki nerelere dokunduktan sonra, bu haberle yutkundu.
Sakindi her zamanki gibi... İyi ki duydu Zeynep’ten duyguları döke saça yaşamanın en iyisi olduğunu.
Babacığını uğurladığı gece, Eskişehir’de annesi ve ablasıyla yan yana yatarken, avucunda bu üç günle uzandı Berna.
O güler yüzlü kocaman babası, uyusun huzurla.

 

Yazarın Tüm Yazıları