Kaydetmek mi, yaşamak mı?

Kaydetmek...

Haberin Devamı

Çünkü yaşarsam, yaşanıp bitecek.

Hafızam onu bin bir kez değiştirerek beynimin derinlerinde bir hard diske atacak. Sonra oradan ara da bul.

Diyelim buldun, bulduğuna da güvenemezsin.

Hem kaydettiğimi sonsuza dek ölümsüzleştirmiş oluyorum. Onu ileride çocuğumla, sevgilimle, dostlarımla paylaşır, bakın tam da böyle oluyordu diyebilirim. Beraber gerçekten o ana gideriz.

Birimiz masada karpuz vardı, akşam oluyordu derken diğerimiz deniz kıyısındaydık gündüzdü demez.

Hem mesela bir annenin bebeğiyle ilk karşılaşmasını an be an kaydettiğini düşün.

Artık ömür boyu baktıkça gözleri dolar.

Bebeğin annesinin kucağına ilk geliş anının kaydı. Böyle büyük duygularda hafızaya güvenemezsin.

O elinde bir vileda, sürekli anıların üzerinden geçer, silikleştirir. Matlaştırır ve zamanla parçalarını bile koparır atar.

Haberin Devamı

Neyi, neye göre saklayıp sildiği bile belirsiz. Yüzler gider mesela. Hemen gider yüzler. Kendince bir filtresi, lensi var.

Saklıyorum der ama nerede sakladığını bile kolayca unutur. Git getir desen, saatlerce, günlerce dönmez.

Sonra da sana ayna gibi net bir filmle değil de, yok efendim histi, kokuydu, tattı, sözdü, güzdü öyle şiirsel şeylerle gelir.

Sen o şiiri, yap boz parçaları gibi birleştirir, bir şey görmeye çalışırsın ama nafile.

Sisli bir sabah balkona çıkmış gibi için ürperir.

Bir Boğaz vapurunun geçerken, o yazın en sevilen şarkısının bir parçasını, kıyılarda gezinen kulaklara serpiştirmesi gibi, öncesiz sonrasız bir nağmedir kalan.

Hem kaydederken, kameradan ana da şahit olursun.

Sadece bir pencereden bakıyorum o kadar. Buna değecekse neden bu fedakarlığı yapmayayım?

Evet tabi, organik değil de dijital bir şekilde kaydettiğimden, 2004 yılına öyle hop diye gidemem.

Nereye kaydettiğimi bulmam gerekir. Belki telefonumu değiştirirken de, laptoplardaki dosyalarda sonsuza dek kaybolmuş olabilir.

Evet böyle bir tarafı var.

Mesela babam soruyor, hani ben Aziz Arif 3 yaşındayken, babaannesinde kulesini yıkıyordum o da kahkahalarla gülüyordu, o video nerde?

Şimdi, ben o anı hatırlamıyorum, ordaymışım ama herhalde kayıt cihazına dönüşmüştüm.

Haberin Devamı

O videoyu bulamıyoruz. Tutku’da var mı acaba...

 

Yaşamak...

Çünkü yaşarsam, bir dövme gibi yüreğime işler olanlar.

Şimdiki çocuklar elimizde ve yüzümüzde sürekli cep telefonu görüyor.

Bize içten bir güleyim diyorlar, hop affetmiyoruz hemen yüzlerine kamera, güya anı kaçırmıyoruz!

Halbuki en güzel duyguları soğuk siyah bir cihaza çekeceğiz diye, hiç yaşamadık.

O gün koşarken kovalamadık, kamerayla çekim yaptık. Çiçeği koklamadık, kokusunu çekmeye çalıştık.

Sakız Adası’nda gün batarken orada yoktuk, çekimdeydik, çocuğunu ilk kez kucağına alırken.

Yüzümüzü istese de göremezdi, gözlerimizin önünde kamera vardı.

Dans etmiyorduk o gün bangır bangır çalarken o şarkı, çekim yapıyorduk.

Haberin Devamı

Aslında orada değildik. Çekimdeydik biz. Kayıt ekibiydik. Oyuncu değildik. Yönetmendik.

Selfie çekerken kimse bize o kadar yakından bakmadı. Biz kendimize baktık. Sonra da bir daha bakmadık.

Çoğu şeyi, yaşamamak pahasına, bir daha izlemeyecek olsak bile çektik de çektik. Çekiyoruz da çekiyoruz. Kime çekiyoruz?

Bir gün oturup, baştan sona bütün çektiklerimizi seyredecek miyiz?

Seyrederken, keşke o sırada orada olsaydım demeyecek miyiz?

Bir anı yaşamak, parmağına kelebek konması gibi bir şeydir.

Bir an renkleriyle, özgürlüğüyle, baharıyla gözlerini kamaştırır, sonra uçar. Bunu ne kaydedebilirsin, ne de anlatabilirsin.

Bakın, anlatamadım. Çünkü okunacak ya da izlenecek bir şey değil.

Haberin Devamı

Kalbin bir an durması, nefesin bir an kesilmesi, gözün bir anda dolması kaydedilebilir mi? Kaydedilemez.

Hayatın güzelliği hesapsız sürprizlerinde saklıdır.

Onu yakalamaya çalışan, avucunu açtığında içinde bir şey olmadığını üzüntüyle görecektir.

Bunu anlayıp hayata kendini bırakanları kaydetsin tarih.

Çünkü onlar hayatı kahramanca yaşayanlardır.

 

Yazarın Tüm Yazıları