K, kıyafetler. Hoş şeyler. İnsan kendini onların içine sarıp, nasıl bir dükkanı ve dükkan sahibi olduğunu, ne satıp neyi satmadığını (tamamen metaforun üzerine binmiş durumdayız, takip edin) gösterebilir. Hüseyin Çağlayan gibi bir beden mimarıyla, Londra’da ilk karşılaşmamda, çok normaldi üstü başı. Neyi satmadığını gösteren bir duruş. Severim. Ben de sattığımla dalga geçen duruşu benimseyen bir okuldan gelmeyim. Alışveriş mesaim çok. Tek dezavantajım bu.
L, Lorel ve Hardi. Çocukken babam bütün serilerini almıştı. Çok komikti diye hatırlıyorum. Başlamaya kıyamazdım. İnsanın başlamaya kıyamadığı şeyleri olması ne güzel. O sayfalarda, samanlı bir dünyam vardı. Biri şişko biri zayıf iki adam, bir de ben, sayfalarca saçmalardık. Alıp okusam yine güler miyim? İnsanın komik bulduğu şeyler de genetik mi?
M, mi mu mı midir mudur mıdır gibi soruların elebaşı. Ben, terazi burcu olmamla bir alakası var mı bilmiyorum, her cümlenin sonunda hayal meyal bunları görür gibi olurum. Belirir ve kaybolurlar. Beni şaşı yaparlar. Cevaplarımın sonuna nokta koymazlar. Sağlıklıdır da aslında. Bin bilinmeyenli şu hayatta, kim dir dır dur diye d’yle bitirebilir ki cümlelerini? Bakınız:
N, nil. Bir keresinde, bir medyum bana demişti ki: Ben eski hayatımda Mısır’da yaşarmışım. Kocam beni bir sürü çocukla, eve kapatmış. Hiç çıkıp özgür olamamışım. Bu yüzden benim bu hayattaki misyonum, özgür olmak ve kendini ifade etmekmiş. Bu güzel bir masal olduğu için inanıyorum. Mısır’a gidersem anlarım, daha önce orada bulunup bulunmadığımı. Adımın Nil olması da hayatın şakacılığı olmuş olur.
O, Okinawa. Hani insanların 100 yaşına kadar falan yaşadığı sağlık dolu, bitki dolu, neşe dolu, stressiz ada. ’Çabuk içindeki Okinawalıyı bul’ çağında insan, yanında götürmek istediği 3 şeyi sormayan, böyle ıssız yerlerine sığınmalı. Herkes en derin sularının ortasına, kanaviçe işlemeleriyle bu adadan yapmalı... Ne güzel şey kanaviçe. Ne yazık ki, K’yı geçtik.
Ö, korkmayın ama ölümün bö’sü! Hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz. Hayatın, koluna, geriye doğru hızla sayan dijital bir saat taktığını bilmiyoruz. Guguklu saatli salonlarımızda, haksız bir yavaşlık içinde, zamansız yaşlanıyoruz. Hepimizin, hemen dolan bir sürede yapılacak bir dolu işi var. Biri yapsak ne ala, doluya vakit kalmayacak çünkü. Alfabenin sonuna gelemeden, ö çıkacak karşımıza çünkü.
P, pilavın, pelin’in, pırlantanın, perinin, prensesin p’si. Şarkılarımda bu kelimeleri kullanıyorum diye, beni bazen kızlar kadınlar şarkıcısı zannediyorlar. Zannetme diye birşey yok gerçi. Herkesin baktığı yer, kendi gerçeği. Ben şarkı yazdığım odada, kendimi dinleyince bu kelimelere rastlamışım. Söylemeye gelince, pencereye çıkıp seslenmişim. Geçen herkese. Geçen kadınla adama, kızla oğlana, teyzeyle amcaya. Sadece pembe’nin p’si değilim yani. Birşey anlattığımı zannediyorum.