Paylaş
Hayatta boşu boşuna bir şey olmaz zaten. Bir boşluk varsa, ondaki doluyu bulmaktadır maharet. Yaşam öyle düşünülmeden harcanılıcak şey değil.
Burası hep mavi gök. Yılın tam üçyüz yirmi beş günü yaz. Yerde de, gökte de yıldızları görmek mümkün. Arabasız kıpırdanmıyor. Ki bu kötü. Dünyanın sağlığına zararlı bir şey araba denen icat. Bırakmamız gerek bu alışkanlığı. Yine de, burada, özellikle bazı yerlerinde kalbimin yavaşladığını hissettim. Ne zaman okyanusa çok yaklaşsam, kendimi minnacık hissediyorum ve bu bana iyi geliyor. ınsana kötü gelen, kendini kocaman hissetmektir. Ego bu mu bilmiyorum. (Bazen tüm kelimeleri yanlış kullanıyormuşuz gibi geliyor.)
Neyse, asıl anlatacağım bu değil. Bu olsaydı, bir gece gizlice Malibu’daki bir evin sahiline sızıp, salıncağında sallandığım anı anlatırdım uzun uzun. Sarı yeni doğmuş bir ay, bir salıncak, koca bir pasifik ve benim kalbimden geçenler... Ama şimdi pazara gidelim.
Pazarda geziniyorum. En pahalı elbise yirmi dolar. Derken yaka iğnesi satan bir kadının tezgahında durdum. Kadını Whoopi Goldberg’e benzetin. Siyah ceketleri asmış, üzerilerine yüzlerce iğne takmış. Bayıldım bayıldım! Artık ceket giyicem, üstelik böyle bir sürü iğne takıcam dedim kendime. Ona da: “Bu ceketler böyle üzerindeki iğnelerle satılıyor mu?” diye sordum. “Bunları sergilemek için koydum. Senin siyah ceketin yok mu?” dedi. “Sen kendi beğendiğin iğneleri seç, kendi ceketine tak!”. “Yok yok” dedim hemen, yahu parasıyla değil mi, “Ben şuradaki ceketi, senin koyduğun iğneleriyle beğeniyorum ve almak istiyorum!” ışi iyice yokuşa sürdü. Yok öyle hesaplaması zormuş. Bazı iğneler daha pahalıymış, hem ceketi denememe izin vermezmiş, hem o iğneler onun koyduğu iğnelermiş falan filan. Sen kendi iğnelerini seç, git evdeki siyah ceketine tak diye tutturdu. ıyi de yüzlerce iğne var. Gitmeye yeltendim. Tınmadı.
Bana karavanından kendi giydiği ceketi gösterdi. Bu ONA aitmiş. O seçmiş hepsini ve satmıyormuş da. Uffff tamam dedim. Başladım iğneleri seçmeye...
A! şuradaki kamikaze, buradaki terazi, su yazı ve bu hayvan derken... Bir şekilde içimde de eşi bulunan yirmi-otuz tane iğne seçtim. Ucuzuydu, pahalısıydı ayırmadı, hepsini birkaç dolardan verdi. Sanki orada harcadığım zaman ve emekten dolayı beni ödüllendirdi.
‘Çok güzel oldu!’ dedim giderken, o da elimi sıkıca tutup, “Dont forget, its what YOU want!’ dedi. Yani, unutma, önemli olan SENıN ne istediğin.
ıstediğim hayat dersi buydu. Los Angeles’in bir meleği de oydu.
Paylaş