Paylaş
Benim içimde de var bir çocuk. Ben büyüdükçe küçüldü.
Sonra ben onunla sohbete başladım.
Dediklerini yapmaya başladım.
Arkadaş buldum ona.
İçinde capcanlı çocuklar taşıyan insanlara rastladım. Yanlarında hep uzun uzun kalmak istedim onların.
Maceraya vardır onlar. Kendileriyle ilgili şakaları kaldırırlar. Yetişkinlere saçma gelen şeyleri kolaylıkla kabul ederler.
Hele bir de sanatçılarsa, hemen anlarım onları.
Silvio Rodriguez gibi, “Dün mavi unicorn’umu kaybettim, bulana on binler, hatta milyonlar veririm” diye şarkı söyleyebilirler 74 yaşında.
İçinde çocuk büyütenlerin yaşı olmaz.
Ben o çocuk olmasa sıkıntıdan patlardım. Yetişkinden ibaret olmak, çekilecek şey değil.
Kurallar kurallar kurallar. Meli’ler malı’lar. Sürekli rot balans ayarları, ekolayzır ayarları, sürekli hava durumları.
“Oraya gitme”ler, “onu söyleme”ler, “gülme”ler.
Halbuki çocuğa kuralı getirdiğinde şaşırıp kalıyor.
“2001: A Space Odyssey” filmindeki gökten inen duvarı görmüş gibi kalakalıyor.
Şaşakalıyor, pazarlığa başlıyor, çok mecbur kalırsa da yapıyor tabii.
Çocukluk için çok üzülüyorum bazen. Kölelik gibi geliyor bana.
Hayatının her türlü kararı başkasında.
Geçenlerde oturmuş eski bir havluyu pembe iplikle bordürleyen Lüset Hanım’la tanıştım.
İçinden çocukluk fışkırıyordu.
İçindeki dereler çağıl çağıl akıyor, keçiler seke seke kırlarında oynuyordu.
Güneşi tepedeydi.
Bir müzik, kıvrak bir ritim geliyordu içinden.
Yanında fark etmeden dans etmeye başladığınız insanlardan.
Hare hare ışıkları, meraklı meraklı gözleri ve dilinde sürekli anlatacakları vardı.
Bilirsiniz işte, içinden hayat taşanlardan.
Bir sevindim ona rastladığıma!
Bir akşamüstünü beraber geçirdik.
Bana günlüklerini gösterdi.
Gezilerini yazmış ama aslında duygularını, dostlarını, dünyanın güzelliğini, rastlantıların biricikliğini kutlamış durmuş.
Bir insanın bir güne bunca değeri vermesi ne müthiş bir şey! Halbuki gün dediğin sen oradan oraya sürüklenip, iki kişiye cevap verirken bitiveriyor çoğu zaman.
Lüset Hanım’ın günlükleri, resim dolu, kart dolu, telefon numarası dolu. Balık sticker’ları, beğendiği bir gül yüzük, arkadaşının yazdığı şiir de var.
Sanki defteri açmış ortadan, olduğu yerin ruhunu, pat diye kapatıp hapsetmiş içine.
Hiç tanımadığım Lüset Hanım’ın içindeki capcanlı çocuk, tuttu elimden beni her yere götürdü.
Okudukça, dağlara tırmandım. Yıldızların altında erkenden uykulara daldım. Elma ısırdım.
Rüzgarlı adalarda, rengarenk elbiselerim uçtu.
Hani bazı insanlar yanınızdan giderler ama gitmezler ya. Öyle oldu Lüset Hanım benim için.
Karşılaşmaların büyüsüne ve hatta her birinin sebebine batılca inanan ben, onunlayım artık. İkimizin içindeki çocuk arkadaş oldu. Hiç görüşmeseler de.
Kendi içindeki çocuğa arkadaş bulmak, çocukken arkadaş bulmaktan çok daha zor. Herkes büyümüş, bıkkın, umutsuz. Günleri tren penceresinden kasaba izler gibi izliyor hepsi.
Halbuki Lüset Hanım öyle mi!
O ısırdığı elmanın bile farkında. Kutlamasında. Kırmızılığında. Şenliğinde.
Bana günlerin, dostlukların ve dünyanın güzelliklerini gezi günlükleriyle hatırlatan Lüset Hanım’a, bir defter, balık çıkartmaları ve kalem aldım. Hepsi çocukça. Hepsi 7 yaştan kalma rengarenk şeyler. Hayatın matlığına, içinden gökkuşağı çıkarmak kadar güzel cevap mı var?
Gidip, rengarenk kalemler silgiler, defterler, sticker’lar alalım.
En sıradan günümüzü bile biricik kılan bir günlük tutalım.
Hayat yolculuğu seyir defteri! Ve evet içinde ısırdığımız elmalardan da olsun.
Paylaş