Hi my name is bob, seabob!

Bütün kış onu düşünücem. Yazın beraber geçirdiğimiz o iki günü.

Haberin Devamı

Küçük adaların etrafından pır pır dönüşümüzü, dibe dalıp dalıp çıkışımızı, kendimizi balık sanışımızı, ellerimizin sımsıkı kenetlenişini. Bob’dan bahsediyorum, seabob’dan. Kendisi suda giden muhteşem sarı bir alet. Motosiklet gibi tutacakları var. (onun adı tutacak değil, ama anladınız). O kulakçıklardan (kulakçık da değil) tutup, düğmesine basıp suda sürüklenmeye başlıyorsunuz. Hatta, ki bomba kısmı burası, seabob’la suya dalıp, suyun altından da gidebiliyorsunuz! Tıpkı bir yunus gibi. Kim icat ettiyse, aklından ellerinden öpülesi.

Bu yaz, ki ellerimden balık gibi kaydı gitti, bitti. Bugüne kadar suya kafamı ne kadar az batırdığımı fark ettim. Yüzerkenki sayılmaz. Ben kendini su canlısı sanar gibi yapmaktan bahsediyorum. Mesela bu yaz ilk defa, yüzeyden beni göremeyeceğiniz kadar dibe gittim. Orda gördüklerimi, kolumun, bacağımın, saçlarımın uzantısı saydım. Ah, şu nefes problemi olmasa, yatıya da kalıcam ama diyip, yüzeylere vurdum.

Bir zamanlar bir psikolog bana, “başına birşey gelmeden kıymet anlamayan” bir tür olduğunu söylemişti insanın. Belki biraz öyle. Ama o kadar enayi olmayanlarımız da var bence. Mesela denize bakınca, kendine hemen ‘ne ki yani büyüklüğüm, dertlerim, korkularım’ diyebilirsin. Çünkü öyle küçüğüz ki, tepemizde koca bir evren ve parlak dansçıları, altımızda koca bir okyanus ve binbir canlıları arasında tost olmuş küçük endişe böcekleriyiz. Yani bana bazen öyle geliyo. Çok şey bize bilinmez olduğu için endişeliyiz en çok. Kendimi yunus sanınca gördüm ki, gerek yok.

Şehirlere ihtiyacımız yok. Bizler şehir için yapılmış organizmalar değiliz. Bunu gördüm. şehir bize hızlı, bize pis, bize stresli, bize fazla. Biz, o beynimizin hızlı gelişen frontal lobundaki son birkaç binyıllık gelişmeleri saymazsak, öyle basitiz ki. Sadece, suda ıslanmak, güneşte kurumak, acıkınca yemek, yorulunca uyumak, dokunmak, aşk yaşamak, dans etmek, şarkı söylemek, güldürmek, gülmek, arkadaşlarınla olmak... Böyle basit şeyler bizi mutlu eden. Dünyada bizi mutlu eden herşey, aslında bedava. Evet çalışmak da gerekli, amaçsız hayat da çekilmez olur. Ama şehir... şehir değil. Havadaki radyo, wi fi, cep telefonu ve birine sinirlenmiş insan dalgaları arasında, mikrowave’e atılmış gibi cayırdıyoruz. Ama nerde kalmıştık ha evet: Bob..

Bob’la ya da Bob’suz, akşamüstü açık denize doğru kolları açınca anlıyorum: Çok kıymetli şey hayat. Benden sonra, yüzlerce yıl bu gezegende yaşayacak her nefesi kıskanıyorum.

 

Yazarın Tüm Yazıları