Paylaş
Ya tahminler yürütüyor, ya eleştiriler sıralıyor ya da futbol anlatıcısı gibi, maça bakıp bakıp konuşuyor.
Bir gücü yok, ama sen onu gücün yapabilirsin. Böyle de tuhaf bir ilişki var aramızda.
Sana, seninle ilgili hikayeler uyduruyor mütemadiyen. Yok sen şöylesin, böyle değilsin.
Dışarıya karşı göstermen gereken, aslı sen olmayan ama senin senmişsin gibi yapacağın başka bir tip yaratmaya çalışıyor çoğu zaman. Bir anne gibi işaret
parmağını sallayarak ‘sakın’lar yapıyor sana. Halbuki sen öyle misin?
Değilsin. “İçine bakınca gördüklerini, dışarıdan sana bakanlar görmesin” diyor düşünce.
Görseler ne olur? Bir insanın iç dekorasyonu, bir başkasınınkinden ne kadar farklı olabilir Allah aşkına?
Hepimiz sandalyelere oturup, lambalar yakıp, yataklara yatıp uyumuyor muyuz?
Davranışlarımız kadar benziyor birbirine halimiz de. Düşünce heyeti toplaşınca, neden bu kadar kaygılı o zaman?
Bir de gelecekle ilgili atıp tutmaları var.
Diyelim ki, bir yere gideceksin ya da birisiyle tanışacaksın. O konuyla ilgili bin bir öngörüde bulunup, olayı bulandırıyorlar. “Oraya gidersen şöyle olur
muhtemelen, bu adam böyledir büyük ihtimal” gibi laflarla insanı taptaze tecrübeler edinmekten alıkoyuyorlar.
“Bunu neye dayandırıyorsunuz?” diye sorsanız, size falanca vakanın tozlu dosyasını açıyor, “Bakın benzer durumlarda aynen bu olmuştur” diyorlar.
Bunu da çok saçma buluyorum. Her olay yeni. Her insan başka. Her bir günün her bir dakikası büyük değişimlerin parçası olarak, bin bir ihtimale gebe.
Kendini akışa bırakanlar kazananlar. Kendini alıkoyanlar kaybedenler.
Sen gel de bunu kafandaki temsil heyetine anlat.
Diyeceksiniz ki, onlar sayesinde ‘öğrenme’ diye bir şey var.
Zaman kazanıyoruz onları dinlediğimizde. O halde size yine katılmıyorum, çünkü zamanın kazanılıp kaybedilen değil, sadece yaşanan bir şey olduğu bir gerçek.
Fazlası ya da azı yok.
Olduğu kadarı var ve senin tek görevin onun içinde kalmak.
Öğrenmek her gün yenilenebilir. Eğer bir nehirsek, katılaşmamanın donmamanın tek yolu, temsil heyetini dikkate almamak.
Bir ihtimal daha var. O da onları, hep iyi yönde konuşmaya ikna etmek, böylece hiçbir tecrübeden mahrum olmadan, karşımıza çıkan her şeye kucak açmak. Kucak,
en nihayetinde pergel gibi bir şey.
Ne kadar açarsan, içine o kadar çok şey sığar.
Çokluğa kucak açan, o küçücük metrekarede cennetini yaşamış olur. Temsil heyetlerine duyurulur.
Paylaş