Paylaş
BU OLMAMALIYDI! Bana olmamalıydı. Burada olmamalıydı.
Bu –meliydi –malıydı ekleri zaten bizim belalımız. Bizi içeriden çürüten bütün cümleler bu eklerle bitiyor. Artık kıskıvrak yakalandıklarına göre bu iki pişmanlık kokan, şikayet kokan, kendine acıma kokan ekleri hayatımızdan çıkarmanın zamanı geldi.
Gerçeği, şekli nasıl olursa olsun kabul etmemek, veri kabul etmemek ve onunla bilek güreşine girmek, ruhumuzu yenik duruma düşürüyor. Gereksiz bütün acı çekmelerimizin dibinde, gerçeği olduğundan başka türlü istemek var.
Karşılaştığımız her durumla, biriyle tanışır gibi tanışıp el sıkışabilsek keşke. Ve isteklere oradan başlasak, mücadeleye oradan başlasak.
Olana karşı çıkmadan, nefret etmeden, ondan kaçmadan. Olandan dolayı başkalarını suçlamadan. Deliler gibi sebep aramadan. Hikayeler uydurmadan ve nefesimizi kesmeden. Olanı, ne olursa olsun, mutluluğumuzun mutlak gerekeni yapmadan. Ondan daha fazlasını isteyip durmadan. Kendini olanlardan dolayı suçlamadan. Olanı genelleyip “hayat zaten böyle” demeden. Olanı yok sayarak, ondan başka şeylere sapmadan. Karşımızda bütün çıplaklığıyla duran şeye bakıp, onu olduğu gibi ve olduğu kadarıyla kabul ederek.
Bu büyük bir erdem olsa gerek. Yapması zor olsa gerek. Zira içimizde bir ses, haber spikeri gibi susmadan olup biteni kendince yorumlayıp duruyor. Ama o güzel cümle de ne diyor: Her düşündüğüne inanma!
Başımıza gelenleri hikayelendirip duruyoruz ya, bu hikayelere bu kadar inanmamak gerek. İnsanın kendince yorumladığı çoğu şey, bozuk korku filtrelerinden ve eskiden yaşanmış örneklerden yola çıkarak yazılıyor. Hayatımızı, o sırada olan şeyi önce hikayelendirip sonra ona tepki vererek geçiriyoruz.
Geçen sabah uyandım. Hava biraz karanlık ve kapalıydı. Bir gün önce, saat 8’de uyanıp hep beraber yürümek üzere anlaşmıştık. Fakat dediğim gibi gözlerimi açıp dışarıyı öyle görünce dedim ki içimden: Bu sabah kimse kalkıp yürüyüşe gitmez, dışarısı soğuk ve karanlık. İşte bu benim o sırada olanı hikayelendirmemdi.
Peki realitede ne oldu? Herkes 8’de buluştu, hava ılıktı, güneş 10 dakika içinde açtı ve ormandan muhteşem bir yürüyüş yapıp, taze canlı mutlu suratlarla geri döndüler. Bense, kendi hikayeme inanmamın kurbanı oldum. Bu çok minik örneğin çok daha büyüklerini yaşadığımızı biliyoruz.
Çoğu zaman hikayelendirmelerimizin bize neler kaybettirdiğinden haberimiz olmuyor. Çünkü hayat onun içinde akanlarla ilerliyor. Bize seçmediklerimizi neredeyse hiçbir zaman göstermiyor. Bu basit yürüyüş örneğinde olduğu gibi, net anlayamıyoruz yorum hatalarımızı. Mevlana’nın çok güzel bir şiiri var, “Misafirhane” diye. Madem ki yeni bir yıl başlangıcındayız o halde dilerim bu sene misafirperverliği öğrenelim.
İnsan olmak bir misafirhane gibi
Her sabah gelir yeni biri
Beklenmeyen bir misafirdir
Bir sevinç, bir hüzün, bir kötülük arzusu
Ve de bir anlık bir bilinç hali
Hoş karşılayın hepsini, hoş tutmaya bakın!
Eşyaları dışa atan
Evinizi hoyratça boşaltan
Bir deste elem bile olsalar
Saygıyla ağırlayın her birini
Yeni bir zevkle doldurmak için
Olabilir bu temizliğin nedeni
Fırlatıp attıklarının yerini
Karanlık düşünce, utanç, melanet
Kapıda karşılayın güler yüzle
Hepsini içeriye edin davet
Hepsine şükredin çünkü
Gönderilmiştir her biri
Bir yol gösterici gibi
Bu alemin ötesinden.
Paylaş