Paylaş
Sakız gibi üzerimize yapışıyor o an.
Kurtulmak için alelacele ve sinirli davranıyoruz. Bir an evvel bitmesini ve asıl beklediklerimizin olmasını bekliyoruz. Alelacele bir bekleme.
Nasıl geliyor kulağa? Çöp bir zaman gibi değil mi?
Ama düşünün, bazen günün tamamı böyle geçiyor. İstenmedik şeylerden çıkmaya çalışma zinciri gibi. Bir sinek kağıdına yapışmış sinek gibi, çırpınıp durmuşuz. Bir yere de varamamışız işin kötüsü.
Olanı yaşayamadığımız için, bir şey yaşamamış gibi olmuşuz. Gün geçmeden gitmiş nasıl olduysa.
İşte bu hislerden birindeyken, aklıma bir şey geldi. Sahne kurma benzetmesi.
Beğenmediğim, sıkıldığım, yaşamayı beceremediğim bir anın, benim için hazırlanmış bir kurgu olduğunu düşündüm. Bir sahne.
Başrolde ben. Doğaçlama yapmam bekleniyor.
Ve ben çoğu zaman, sinek misali çırpıntılar içindeyim.
O anı güzelleştirmek var halbuki. İçine girmek, yayıldıkça yayılmak var. Hatta “Siz gidin ben buradayım” diyecek kadar yayılmak var.
Size daha önce anlattım mı hatırlamıyorum. Bir keresinde Ryan Gosling’le oyunculuk çalışmasına katılmıştım.
Demişti ki;
“Benim için rolün büyüğü küçüğü yoktur. Filmdeki tek rolüm, beş saniye görünen, barda içki içen adamsa, ben yine sonuna kadar oynarım arkadaş!”
“O adama hikaye yazarım kafamda. Barmenle dost yaparım onu. Kameranın ne gördüğünü umursamadan o adam olurum.”
Sonraları hep düşündüm bu cümleyi. Demek her anı hikayelendirmek ve sonuna kadar oynamak mümkün.
Trafikte beklemeyi bile. Sıkıcı şeyler yapmayı bile. İstemediğin bir konuşmayı bile. Otobüste camdan bakmayı bile. Olmak istemediğin bir yerde, bazen oluvermeyi bile.
Her şeyi hikayelendirip, anın neyse yaşayabilir, yaşatabilirsin. Hayatının başrolünde olanlara da bu yakışır. Hiçbir sahneyi laf olsun diye yaşamamak. Sadece nefes almış olmamak, o anlara tek tek nefes vermiş de olmak.
Neden olmasın? Neden her an parıldamasın? Parıldatmayalım?
Bir insan isterse, evini toparlamayı bile, kek yapmayı bile sanat haline getirebilir. Yeter ki önemsesin. Yeter ki, eşsiz bir hayat şansının içinde akıyor olduğunu hatırlasın. Yeter ki, saniye kıymeti bilsin.
Şimdi artık nasıl olurlarsa olsunlar, anlarımın içine sokuyorum kendimi.
Dışında kalmaya, değmemeye çalışmıyorum. “Madem buradayım ve sahne bu; ben de burada olup canlandırayım” diyorum.
Demek sahne böyle kurulmuş, bana yakışan onu en kendim şekilde yaşamaktır.
Tıpkı Ryan’ın dediği gibi, barda hiç konuşmadan oturan adamsam da bazen, kimse o bar sandalyesinde benden fiyakalı oturamamalı.
Yaşamak dediğin de budur zaten.
Paylaş