Hem kabus hem rüya

Bir kabus gördüm.

Haberin Devamı

Dünyaya bir virüs yayılmış. Sınırlar kapanmış, okullar kapanmış, marketler yağmalanmış.
Herkese evinize kapanın, kimseye bir metreden fazla yaklaşmayın denmiş.
İtalya’da balkonunda adam, saksafonla John Lennon’dan “Imagine” (Hayal et) çalıyor.
Herkes deliler gibi el yıkıyor ve haber okuyor.
Maskeyle geziyor.
İnsanların elleri başrolde.
Hiçbir yere dokunmayın, yüzünüze de dokunmayın, sadece sabunlayın denmiş.
Elinize öksürmeyin ayrıca.
Yeni öksürme yeri belirlenmiş: Dirsek içi...
Ayrıca öksürürsen, kimse seninle konuşmaz.
Panik ve korku. Depolanan tuvalet kağıtları, makarnalar, el dezenfektanları.
Her şey iptal.
“Arkadaşım İtalya’dan gelmiş dün”ler, “Öbürleri Londra’dan Bodrum’a geçmiş”ler.
Tom Hanks bile hasta kabusumda. Ronaldo ada almış, kendini oraya kapatmış.
Böyle bir delilik.
Bitmedi, kabusumda bir de dünyaya yaklaşan göktaşı ve bize doğru hızla ilerleyen çekirge istilası var.
Ama virüs o kadar korkutuyor ki, bunları önemseyecek hal bırakmıyor insanda.
“Çarpsın o zaman. Tamam istila etsin o zaman burayı çekirgeler.
Çekirgelerin olsun her yer” diyesin geliyor.
Otobüse binip gelen tamirciden soğuyorsun.
Bir daha çağırmayayım, bozulan da bozulsun.
“Dünyayı kızdırdınız” hissi var kabusumda, “güzelliğine, bereketine, döngülerine” saldırdınız, alın bu da cezası.
İnsan denen mahlukatı üzerinden söküp atmak isteyen, güzel mavi bir top.
Uzayda çıldırmışçasına dönüyor. Biz sürekli ellerimizi yıkıyoruz.
Bir rüya gördüm sonra
Hepimiz evdeyiz. Babam gelmiş ziyarete.
Ersan Erdura’dan ‘acılar sürekli olamaz’ şarkısını açmış.
‘Duman ışığı saklayamaz/ acılar sürekli olamaz, bu da geçecek’ diyor.
Torunuyla oyun oynuyor.
Sonra oturup, her şeye gülüyoruz bir güzel.
Bir yerlere gitme, bir şeylere yetişme telaşımız yok. Evdeyiz.
Gelene kolonya ikram edip, çay koyduğumuz, sonra da gözlerinin içine bakarak uzun uzun dinlediğimiz o günler geri gelmiş. Çocukluğumdayım sanki.
Oturup pencereden içimize bakıyoruz. Kitapları kağıtlara not alıyoruz.
‘Anne okul var mı bugün?’, ‘hayır yok’ deyince, oğlumun yüzüne yayılan o ferah gülümseme var rüyamda.
Kaynayan ıhlamur, dışarda açan bahar.
Oturup ailece izlenen pazar sinemaları.
Evin, yuvanın sıcaklığı.
Hani o kar tatillerinde, yollar kapanınca, insanın içinde yanan sobanın kalbi ısıtan ateşi.
Günler kısa değil öyle. Uzun artık günler rüyamda.
Kahvaltılar
uzun, akşamüstleri upuzun. Hep uzun uzun bir şey anlatıyorsun.
Dünyanın sesini duyuyorum rüyamda sanki.
Anlatıyor, işte böyle oldu çünkü beni yediniz bitirdiniz, yağmaladınız diyor.
Aslında ihtiyacın olanın sana yettiği duygusu yerleşiyor içine.
Bak artık sadece evde oturup, kendinle, sevdiklerinle, çocuğunla baş başa kalabiliyorsun.
Kendinden de, onlardan da, olanlardan da kaçmayınca seni yakalayan duyguyu hatırlıyorsun. Ona sarılıyorsun.
Daha cesursun. Kabulü öğreniyorsun. Daha ne olsun?
Berlin Filarmoni, konserleri dijital olarak herkese açmış diyorlar, açıp ruhunu yıkıyorsun.
Belki de uzun zamandır ilk kez kendine iyi geliyorsun.
Hatta şu soru bile beliriyor içinde: Evimde otururken ben, herkes için ne yapabilirim?
Ne rüya ama.

Yazarın Tüm Yazıları