Hayır devlet sanatçısı gibi bir şey değil. Alkışı içinde, duyurusu içinde türlü türlü biçimde.
Hayat sanatçısı olmak için şarkı söylemen, resim yapman, oyuncu olman gerekmez.
Şu başı sonu belli olmayan sabah akşam kovalamacasında bir melodi varmış, bir renk varmış, bir senaryo varmış gibi yap yeter. Ancak bir life-as-art’çı (sanat gibi hayat) hayatı alteder. Hayatını bir sanat eseriymiş gibi ele alıp, bir başyapıt çıkarmaya çalış ondan. Böyle insanlar var.
Hayat dokumacıları. Ben de onlardan olmak isterim. Bestesi güftesi bana ait, bahanesi ben kendisi başka bir hayat. Bir miktar mesafeli olmayı gerektiriyor tabi. Fırçanın, gitarın, kameranın burnunun dibinde olmaması gibi. Zaten insan burnunun dibini göremez ki!..
Herkesin bu sınavda ikinci tercihi para para para fakültesi. İlk tercih malum, beden ve ruh sağlığı anabilim dalı profesörlüğü. Az tercih edilen bir bölüm olan hayat sanatçılığına ise özel yetenek sınavıyla giriliyor. Bakış açısı değiştirebilme ve algı yönetebilme gibi yeteneklerin olmalı.
Frida Kahlo gibi yatağa hapis kötürüm bile olsan, yatay olarak tuvale boya sürebilmelisin. Peter Sellers’in neden Pembe Panter filminden ‘yine o moron Fransız dedektifi mi oynayacağım!’ diye bahsettiğini anlayabilmelisin. Bu iki örnekteki milyonlarca benzerliği sayabilmelisin.
Para pul, şan şöhret, güzellik ve gücü eline geçirip salladıysan, içlerinin boş olduğunu bilirsin. Yok hiç değmediysen bunlara, o kocaman kutularla gezenlere hayran olursun. Ama bak Peter Sellers, Frida Kahlo gibi bilseydi hayat sanatını, o da bizim kadar gülerdi Clouseau’ya! Çünkü hayatın insan sanatı pek zevksiz: Dedektif Clouseau ol, bir malikane ve Sophia Loren’le yemek kazan.
Ama insanın hayat sanatı becerebilirse bir şaheser: Dedektif Clouseau olmaya giden yol bana yeter. Mola verilen malikane ve yemeği almasam da olur teşekkürler! Hayat bir yolculuksa han hamam sahibi olmanın ne anlamı var. Oturamazsın ki orada. Kalkıp gideceksin. Ardında miras bıraktığın da kalkıp gidecek.
İşte hayat sanatı bu sürekli boyanan resmi sabitlememek üzerine kurulu. Her şeye, hatta her fikre ‘şimdilik’ gözüyle bakmakla ilgili. Koklamakla, gözünü kocaman açmakla, çıplak ayak basmakla ve kafanın içinde bulunduğu o tası kırmakla ilgili. Tam olarak bilmiyorum neyle ilgili. Ben de arıyorum. Hala en güzel hediye o büyük kutulardan çıkar sanıyorum. Pembe Panterlerden biri şu güzel şarkıyla başlamıyor muydu?:
‘Neden hep Paris’in gölgelerinde buluşup duruyoruz?’