Normalde ne yapardım onu mu söyliyeyim yoksa yeni kararımdan sonrakini mi?...
Normalde, içeri doğru sarmallanan bir şekile sahip olduğum için, ruhen tabi, hayır derdim. Hayır teşekkür ederim, olduğum yerden kıpırdamak istemiyorum. Burada iyiyim ve ne olacağını kesinlikle bilmediğim, muhtemelen de beğenmeyeceğim olaylar zincirinin içinde yer almaya niyetli değilim. Kendime ait bir ritimde ve iklimde yayılmış, kök salmış vaziyetteyim, kaslarım gevşek. Hemen her şey kontrolüm altında ve sürprizsiz. Tekliflerinizden bazıları çekici gibi duyulmakla birlikte, geçmiş tecrübelerimden biliyorum ki yüzde doksandokuz sıkıntı ya da pişmanlıkla son bulacaktır. Kıpırdatmayın beni olduğum yerden. Derdim. Ta ki, sadece ‘hareket etme’nin, beni götürebileceği yerleri görene dek. Her şey bir deniz seyahatinde aydınladı. Tembel bir günde, tembel bir koyda, tembel kahvaltımdan yapacaktım ki, Çağla “Hadi gel şu tepenin oradaki köy kahvesinde kahvaltı edelim” dedi. Sonra sustu. Birazdan vazgeçer diye, duymazlıktan geldim. O barış ve sessizlik ortamındaki, güzel oda müziğimde akıyordum. Bir atak lüzumsuzdu. O da durduğu yerde dursundu. Derken birkaç defa daha söyledi. Bir şey birkaç defa söylenince, kümülatif bir etki yapıyor insan üzerinde. Seni çağıran bir ses oluyor sanki. Hiç hoşuma gitmedi tabi ama, tamam dedim, tamam hareket edelim, kalk gidelim (ne varsa o tepede). Azıcık bir merakla, ayaklarımı ağırlaştırıp çıktım kıyıya. Tırmanınca bir baktık, kahve kapalı. Ama manzarası ne kadar güzel. Allahım, bu kadar güzel bir yerde miyiz? İnsanın nerede durduğunu anlaması için, kamerayı illa yukarı koyması gerek, yoksa olmuyor. Ne? Buranın sahibi bize bir Türk kahvesi bile vermiyor mu?! O kadar tırmandık? Neyse parası verelim beni tanımadılar mı adam amma inatçı. Çok gıcık olmadık ama duruma. Sandalyelerinde biraz oturup gözlerimizle güzel kayıtlar alıp, sahile geri indik. İnince, küçük kayıklarında gözlemeden kahveye çeşitli şeyler satan, köylü karı kocayla tanıştık. Dizlerimize kadar suya girip, ‘amaan onun kahvesine mi kaldık burada daha iyisini içiyoruz’dan, ‘demek iki kızınız da gelin oldu’ya kadar her şeyden bahsediyorduk ki, kadın büyük bir heyecanla ‘bakın şurada soğuk su kaynağı var, orada su çelik gibi’ dedi. Tam nerede filan derken, kendimizi oraya doğru yüzer bulduk. O girintiye yaklaştıkça su soğumaya başladı. Kaynağın oraya vardığımızda, küçük bir havuzla denizden ayrılmış olan kaynağı gördük. Küçücük bir dar boğazı vardı denize bağlandığı. Oranın içine yüzdük. Öyle soğuk ki, insanın elleri ve ayakları anında uyuşuyor. Fakat suyun dibinden kaynağa doğru giderken, inanılmaz bir görüntü var. Koca bir musluk açılmış gibi bir akıntı size doğru geliyor ve bu suda büyüleyici görünüyor. Ayrıca, hayatımda hiç bu kadar berrak bir su görmedim. Defalarca, soğuk su havuzundan, denizin sıcaklığına koca tankerler gibi geçip durduk. Sonra da, bizi almaya gelen botun ipine tutunup çocuklar gibi suda sürüklendik. Kararımız bu küçük yaz hikayesiyle belli oldu: Bundan sonra harekete her zaman evet! Aradan geçen iki saatte olanlara bakılırsa, seyretmesi çok sıkıcı olucaktı durduğu yerde duran hayatımızı. Harekette bereket de var, sürprizler de. Bundan böyle, yapsam mı gitsem mi diye sorunca kendinize, ne diyeceğinizi biliyorsunuz. Kaynaklara varmanın, yukarıdaki koyu cümlelere varmanın tek yolu bu. Sevgiler