Paylaş
Sonra gidip yüzünüzün güneş alacağı bir yere uzanın.
Çikolatayı ağzınızda erimeye bırakın.
Sonra burnunuzu güzel bir kokuya dayayın. (Sevgiliniz, çiçek ya da çocuğunuz gibi.)
Gözlerinizi kapatın ve göz kapaklarınızda oynaşan ışıklar altında hayallere dalın.
Bugün yaptım ben, hiç öyle okunduğu gibi ‘az’ olmuyor, çok güzel oluyor. Şahane oluyor. Sanki beş duyunla hayata bağlı bir ünitesin de, hepsini eğliyormuşsun gibi.
Var oluşunun içinde, şımarıkça eriyik haline geçiyorsun. Sıcak asfalta düşüp eriyen dondurma gibi oluyorsun.
Kafandaki bütün o ‘ideal’ senler, teneffüse çıkıyor. Koridorlar, sınıflar, kara tahtalar, dolaplar hepsi sakince duruyor. Nasıllarsa öyle. Ne yazıyorsa, nasıl bırakılmışsa, neyle doldurulmuşlarsa öyle.
Sorunun olmadığı bir yerde, sadece var oluyorlar. Yani şey gibi oluyor, hani tanımadığımız bir mahalleden geçerken, “niye otobüs durağı var burda” demeyiz ya, öyle sorgusuz. Var işte. Sen öyle istemişsin, öyle olmuş. Rahat ol. Dünyanın sonu diye bir şey yok.
Sonra diyorsun ki, ben şu beynimin bilgi işlem bölümüne haftada bir izin versem de, sırf duyulara teslim olsam.
Şu anda yaptığım gibi, güzeli duysam, koklasam, dokunsam, tatsam, görsem.
Bile isteye, dibine kadar planlaya planlaya, yapsam bunu. Şu yaşadığım cümbüş, hayatımın parçası olsa. Beş duyumdan da, içeri buyur etsem hayatın yaldızlarını. Tıpkı şu an yaptığım gibi... Böyle diyorsun kendine.
Kedileri kıskanıyorsun, onlar şu mindere bütün gün yatar, dinler, koklar, dokunur, bakarlar.
Ha diyeceksiniz ki, bunlar da beynin bir parçası. Ama size şöyle diyeyim, bunlar beynin yağsız kısmı bence. Gerçek löp eti bunlar. Gerisi, tangırdino! (Şu an uydurdum, gereksiz gürültü manasında.)
Radyoda güzel bir ses, aşklı bir şeylerden bahsediyor, sanki gözümdeki ışıklar benim auram, bir çikolata ne kadar uzun süre bitmeyebiliyor ve ne güzel kokuyor bazı şeyler.
Biz güneşe dokunamıyoruz ama güneş bize dokunabiliyor. Sıcacık elleriyle bizi severken, şunu fısıldıyor kulağımıza:
Dediğim gibi, büyütme hiçbir şeyi.
Paylaş