Paylaş
An be an, yaptığım şeylerin bir sonrakilere yön verdiğini düşündüm hep. Plana inandım.
İnanıp dümdüz gidersen, istediğin yere varacağına inandım. “Yaparsan olur”cuydum ben. Olmadıysa, yapmamışsındır.
Bu tabii, insanın omuzlarına yük binmesi demek.
Kimseyi hiçbir şeyden sorumlu tutamıyorsun. Çuvaldızı kendine batırmaktan delik deşik oluyorsun.
Fakaaat, bu hafta, hayat bana bir anlık göz kırparak, “Öyle değil” dedi, “ben devredeyim”.
“Senin için şu hayattaki en büyük challenge (çevrilmiyor bu, mücadele diyelim) kontrolü bırakmak” demişlerdi bana bir defasında.
Hakkımda söylenen az şeyi not eden biriyim, çünkü insanlar genellikle seni özne yapıp, kendilerinden bahsederler.
Ama bu lafı yazdım bir köşeye. Peşime bir dedektif taktım.
Bak bakalım dedim, her şeyi kontrol etmeye çalışıyor muyum?
Eğer çalışıyorsam, çek fotoğrafı belgele. Şimdi böyle durumlarda, içinde uyuyan dev uyanıyor. O bahsettiğin zayıflığın kellesini sana getirmek için yola çıkıyor.
Beyninde, geçmişinde, şu anında, hayallerinde, sevdiklerinde geziniyor ve ‘kontrol edeceğim’ diye gezinen cüceyi arıyor.
Farkındalık dedikleri bu. O dev artık uyandı. O cüceyi artık arıyor.
Ha bulur bulamaz o devin kendi problemi, burada mühim olan, takip füzesinin yola çıkmış olması anlatabiliyor muyum?
(Ya yoksa ben böyle benzetmeler yapa yapa hiçbir şeyi anlatamıyor muyum?
Siz de garibim orada öyle ne demek istedi diye kala mı kalıyorsunuz? Öyleyse lütfen bana yazın. Çünkü ben küçüklüğümden beri her şeyi bir şeye benzeterek hayatı okuyorum.
Daha çok aklımda kalıyor, daha iyi öğreniyorum hayatı öyle.
Gerçi siz de alıştınız kaç yıl oldu. 9 yıl! İstikrarım göz yaşartıcı.
Neyse nerede kalmıştık: hayat mı ben mi...)
Bu kontrol konusu, tabii her şeyi pek güzel kontrol altında tuttuğunu sana sana yaşarken göze batmıyor.
Hayat seninle, her gün inatlaşmıyor. “İstediğin gibi zannet” diyor.
Sen de, yaptın oldu zannederek, bir tanrıça edasıyla geziniyorsun...
Ama sonra birden: DAN! Hiç hesapta olmayan, bambaşka bir şey! Sandığınla alakasız bir gerçeklik! Oyununa hiç uymayan bir sahne.
“Kim yaptı bunu” diye bağıracak oluyorsun ki, ssshhhh, sesi duyuluyor.
“Senden büyük hayat var, senden daha iyi yazar kader var. Sen kimlerle aşık atıyorsun? İnsancık ömründe,
Tanrıcılık mı oynuyorsun?” diyen bir koro var sanki.
Hemen gidip yerine oturuyorsun. İnsanların arasındaki o alçak koltuğa. Derin nefesler alıyorsun. Avucunda sıkı sıkı tuttuklarını bırakıyorsun. Bu bırakma hissi çok hoşuna gidiyor.
İçimizde şu bilgi olsaydı ne huzurlu olurduk: Eeeveeet hayata hoş geldiniz. Şimdi sizin için yazılmış olan senaryoyu canlandıracaksınız.
Unutmayın, başroldesiniz ve şimdiden olacaklar, karşılaşacağınız insanlar belli. Siz iyisi mi, sağlığınıza iyi bakarak, bu çılgın maceraya kendinizi bırakın.
Ve her saniyesini doya doya içinize çekmeyi ihmal etmeyin. Gevşeyin ve akın.
Şahane olurdu böyle bir bilinç.
Ama işte insan, neredeyse her şeyin elinde olduğuna inanan, bunun için kibirlenen, endişelenen bir mahluk.
E malum, hayat da buna gereken ayarı veriyor. Ben bugünlerde, kolları havaya kaldırdım, akıyorum.
Yön vermiyorum.
Yön bana kendini veriyor. Ben teşekkür ediyorum.
Paylaş