Paylaş
Evet, hep ilk işim bu oluyor uyanınca. Avusturya’nın bu dağ kasabasında, her gün başka bir kar mönüsü var zira. Dün, güneşliydi. Bugün sisli yoğun kar yağışı. Akşama yağmurlu kar veriyor.
Diyeceksiniz ki, “Sen de snowboard’u ayağına takıp dağların tepesinden aşağıya kendini bırakmak zorunda mısın?”
Zorundayım evet. Kendimi hayal kırıklığına uğrattığımda, ağır cezalar veren bir ruha sahibim.
Mazeret, şikayet, vazgeçiş. Bunlardan mümkün olduğunca uzak duracağıma söz verdim.
İçimde titreyen şeyi bulup, avuçlarıma almadan bu dağlardan gidiş yok. Sözüm söz.
Üçüncü gün: Beni sıfırdan bu işe başlamış biri saymayın. Daha önce de bunu denedim. Becerir gibi de oldum.
Ama işte ilk gün kalkıp da Alex’e “İstanbul’a sağ salim dönmem lazım, dönünce konserlerim var” dedim. “Tamam, peki” dedi, ne desin. “Temkinle bu iş olmaz” mı desin? Gözleriyle söylediği bu zaten.
İnsanın temkinli bir şekilde, iki ayağını bir tahtaya bağlayıp, karlı bir tepeden kendini bırakamayacağı aşikar. Tepeden bir şekilde aşağı inip, sandalyelerle her yukarı çıkışımızda, uzun uzun felsefe yapmaktan yoruldum.
Ben kayarken, ‘düşünme!’ diye bağırıp duruyor zaten arkamdan. ‘Düşünme ve dön!’
Bütün gün arkanızdan böyle bağırarak sizi takip eden biri olduğunu hayal edin.
Dördüncü gün: Alex bu sabah dağa çıkarken, geçen haftaki iki grup dersinden bahsetti. Birinci grup, 11 yaşında 6 oğlan. Benim aksime, board’un üzerine çıkar çıkmaz, korkusuzca kendilerini aşağıya bırakıyorlar ve hızla öğreniyorlar tabii. İkinci gün, board’la zıplama parkına gidelim diye tutturuyorlar!
“Düşmüyorlar mı?” diyorum Alex’e. “Düşüyorlar ama düşmek istiyorlar zaten. Çok gülüyorlar düşünce” dedi. Hiç bu kadar hızlı öğrenen bir gruba ders vermemiş.
“Bir de aynı yaşta bir kız grubu vardı” dedi. Onlara da arkadaşı ders vermiş. Kızlar, ilk düşüşlerinde “Eve dönmek istiyorum, bunu hiç sevmedim, yapamıyorum zaten” diye ağlamaya başlıyormuş. Kız var, kız var. O kızlardan olmamaya karar verdim.
Tepeye vardığımızda, board’u ayağıma takıp Alex’i beklemeden kaymaya başladım. Hızla, döne döne, hiç durmadan aşağı kadar indim. Alex, şaşkınlıkla “Nasıl oldu bu?” dediğinde, “Yapamamaktan yoruldum” dedim. Ama cümlenin doğrusu, “yapmamaktan sıkıldım”dı. Bunu söylemeye utandım.
Her şeyin bir karardan ibaret olduğunu düşündüm. Sonra bütün gün hiçbir şey düşünmeden kaydım. “Düşünme ve dön” sesi içimden geliyordu artık.
O gece, her şeyin karar vermekten ibaret olduğunu, iliklerime kadar hissetmenin şaşkınlığıyla uyudum. Bu kadar basit mi yani?
Uyumadan önce günlüğüme şunu yazdım: Senede bir kez geldiğim bu romantik kasabayı artık bir ‘ruhsal spor salonu’ olarak görüyorum. Dağlardan öğrenilecek
çok şey var. Ama bu başka yazının konusu. Yine de, beşinci gün Alex’le aramda geçen unutulmaz konuşmayı anlatıp noktalayacağım.
Beşinci gün: Sabah her zamanki gibi lifte binmiş dağların tepesine yolculuk ediyoruz Alex’le. Hep başka bir tepeye artık. Bütün dağlar benim nasılsa. İstediği yerde kıvrılsın, istediği yerde dikleşsin, istediği yerde bitsin. Dağla konuşmayı öğrendim. O benim dostum. Board’um sırtına yapışık. Koca bedeninde dans eden bir hiçbir şeyim ben artık. Ama tabii bir de hava var. Her şey toprak değil.
Ben: Alex bugün hava çok kötü, değil mi? Yani sis var, bir şey görünmüyor... Pistler buzlu gibi. Board’lardan çıkan sese baksana, buzu keser gibi...
Alex: Her hava koşulunda yol alman lazım. İyi bir board’cu havaya bakmaz, çıkar. Hava hep güneşli, kar hep pofuduk olduğunda mı kayacaksın! Senin board’unun kenarları keskin, ona güven. Ayrıca buzlu değil, sadece fazla ses çıkarıyor!
Ben: Ama kabul et. Hava kötü.
Alex: Kötü demeyelim, ‘farklı bir iyi’ diyelim.
Ben: Farklı bir iyi mi?!... Hmmm ben bunu çok sevdim!
Altıncı gün: (Sis, yağmur, kar, rüzgar, ne arasanız var.)
Ben: Alex, bak bugün hava ‘çok çok farklı bir iyi’ değil mi?
Alex: Evet, ‘çok çok farklı bir iyi’.
Paylaş