Paylaş
Bence derin göğüs dekolteli bir kadınla, başörtülü bir kadın, birbirini hiç ayıplamadan saatlerce bol kahkahalı bir sohbete girebilirler.
Bu ikisine uzaktan baktığımızda, birbirlerinin konuşmalarına onay veren kafa hareketlerini görebiliriz.
Gözlerinde yargıya, dillerinde şiddete rastlanmaz.
İki kadının ortak noktaları o kadar çok o kadar çoktur ki, akıllarının ucundan geçmez saça başa dekolteye takılmak.
Kadınlar birbirlerinin alanlarına saygılıdır.
Çünkü o alanların neler pahasına elde edildiğini ve muhakkak takdir edilecek çabalarla genişletildiğini bilirler.
Eğer pazarda domates reyonunun önündelerse, daha güzel domatesi satan tezgahı birbirlerine işaret ederken, pişecek yemeğin tadından başka kriterleri olmaz.
Hayatımda hiç, başka bir kadının başörtüsünü bayrağı kabul edip onu kalbimden sınır dışı etmedim.
Boğaziçi Üniversitesi’nde not alışverişi yaptığım başörtülü Ayşe’nin, konserlerimin ön sıralarında benimle ‘ben buraya çıplak geldim!’ diye bağıran türbanlı Ayşe’nin, hiçbir farkı olmadı mini etek giyen Ayşe’den.
Üniversitede ilk öğretilen şey ‘farklılıklara saygı’ydı.
Bence her çocuğun daha minnacıkken öğrenmesi gereken ilk ahlak dersi bu.
Yalan söylememekten bile önemli.
Çünkü dünya kalabalık, zengin, herkes değişik, bir sürü dil, inanç, kültür var.
Böyle şaheser bir ormana yaşamaya gelen her çocuğun ilk dersi, farklılıkları zenginlikle eşitlemek olmalı.
Yoksa yargılamanın, tahammülsüzlüğün hatta zulmün tuzaklarına düşer.
Ötekileştirir ve başkalarını sindiremez.
Başkalarını sindiremeden yaşanan hayat gaz yapar.
Bence, kim olduğumuzun çok büyük bir kısmı tesadüf.
Nerede doğduğumuz, nasıl bir aileye doğduğumuz kimliğimizin yüzde doksanı oluyor.
Düşünsenize ben, Ankara’da Berin ve Suavi’nin değil de, Tel Aviv’de Esther’le Jacob’un ya da Connecticut’ta Mary’le Peter’in ya da Reykjavik’te Hildur’la Bjartur’un kızı olabilirdim.
Bunların hepsi beni başka coğrafyaların, başka kültürlerin iklimine sokacaktı.
Dilim, dinim, kültürüm, bayramım seyranım, tarihim, normalim, müziğim, yemeğim filan bambaşka olacaktı.
İnsan hangi aileye geleceğini seçemiyorsa, başka kimliklere nasıl saygısızlık edebilir?
İşte ben bu noktada, kendinden başka olana tahammülsüzlüğü anlayamıyorum.
Onun da şartları oydu. O şartlarda büyüdü.
Öyle bir bitki oldu. Sen yeşilsen o mor, sen maviysen o sarı.
Gökkuşağı yapmak yerine, birbirimizi boyamaya kalkmak delice değil mi?..
Elbette çok seyrek olarak, insan doğup büyüdüğü gerçekliği bırakıp gönlüne daha yakın gelene geçebilir.
Ama bu kolay olan,
sık olan bir şey değil.
Örneği az.
Ve o örnekler de, ne rengi seçerlerse seçsinler, başımızın üstü olmalı.
Biz kadınlar, nasıl manavda domates alırken ‘iyi olan domates’ hazinesinin yerini birbirimize, başörtümüze dekoltemize bakmadan veriyorsak, ‘iyi olan demokrasi’ hazinesini de birbirimize hediye etmeliyiz.
Zira bütün kızlar toplanırsak, bizi kimse alt edemez.
Paylaş