Emin olduğundan emin ol

Bir şarkıda geçti iki gün önce. Duydum. ’Make sure, you’re sure’ diyordu. Aşık olduğundan gerçekten emin misin diyordu. Gerçi aşk, öyle baştan çıkarıcı ki, bir su kaydırağının tepesindeki çocuk gibi, evet eminim diyip, insan kahkahalarla kendini bırakıp, kollarını kaldırıverir.

İşte tam da bu yüzden, emin olduğundan emin olmalısın diyordu. Yabancı şarkılarda der böyle şeyler. Türkçe şarkılar gibi, kelimelere üst üste benzer melodiler giydirip, bunaltmazlar onları. Bu şarkı, bir Spike Lee filminden. İnsanı, tabiki adını tam bilmediği bir duygusundan yakalayıp, her şeyi sormasına sebep olabilir. Hangimiz emin olduğumuzdan eminiz ki?

Emin olmak zaten yeterince kalın bir katman benim için. Burçlarda bir hakikat varsaki görüyorsunuz bir kadın olarak bu konuda bile şüphelerim var- terazi burcu olan ben, zaten kozmik olarak emin olamayanlardanım. Bir gün bir şarkı çıkıp da, zaten az ve öz emin olduğumu düşündüğüm şeylerin noktasını silip, yerine soru işareti koymaya kalkışınca iyice afalladım.

Şarkı, gece geçiyor. Çoğu şarkı gece geçer zaten. Ve bir balkonda. Saksofonlu slow şarkılar genellikle bir balkonda ya da ıslak bir kaldırımda geçer zaten. Ve bir adamla bir kadın var. Tabiki, şarkılar niye var zannediyorsunuz! Ya da bir tanesi. Gece, balkon, bir adam. Şarkıyı bir kadın söylüyor. Adama söylüyor ama anlatıcı olarak, yani adamın kadını değil. Bu şarkılardan olgunluk dönemimde, eğer öyle bir dönemim olursa tabi görüyorsunuz değil mi, şu an canlı olarak şahitsiniz emin olamıyorum hiçbir şeyden- birkaç tane yazmak isterim. Aşık olmak üzere birinin kulağına fısıltı olmak isterim: emin olduğundan emin ol...

Hayatta çok az şey, iki kere sağlama işleminden yara almadan geçer. İnsan denen tuhaf mahluk, gördüğüne inanır. Ona tapar. Ne büyük bir yanılsama! Gördüklerimizin çoğu çürük. Görünenlerin çoğunun, göründükleri olduklarından emin olamayız. Emin olduğumuzdan emin olmamızsa, imkansıza yakın. Sıra geldi görünmeyen şeylere... İşte burada, şarkılar giriyor işin içine. Bir rüzgar savuruyor saçlarımızı. Saçlarımızı savuran rüzgar mı, yoksa bir el yumuşakça ensemize mi dokundu? Bunu ayırt etmenin iki yolunu biliyorum... Biri rüzgarın dokunuşuyla bir elin dokunuşunun farkını hemen anlayan keskin bir içgüdü... Ki bu doğuştan, ki böyleleri emin olduklarından sinir bozucu bir şekilde hep emindirler, gözlerini bile açmadan ilerleyebilirler. İkincisi de, şarkıdaki sesin yaşı kadar, yılları toplamış olmak.

O zaman bilirsin, rüzgarla bir elin nüansını.

İçgüdülerle, yılların bilgisi arasında hiçbir şeyin olmaması da hayatın cilvesi işte.

Bu yazının, seçimin ertesi günü olması da tesadüf değildir belki.
Yazarın Tüm Yazıları