Paylaş
İçten sesleri biliyorsunuz zaten. O ses ki, çocukluğumuzdan beri durmadan bizi, başkalarının gitmediği yerlere sürüklemeye çalışır ve biz bu yüzden onu terbiye etmeye uğraşır, hatta suratına kapı çarparız.
İnsan en yakınındakileri dinlemezmiş ya, o hesap. Bize en en yakın yine bizsek, ki öyle, onu dinlememeyi zamanla alışkanlık haline getiririz.
Bazen kapıyı üstüne kapayınca, gider pencerelerden bağırır uyutmaz. Uyursun, rüyanda anlatır. Biz oldukça susmayacak o belli.
Ama onu dinlemeyi ihmal etmek ve dıştan seslere kulak vermek öyle olası ki, ‘yahu nerede benim kendi sesim’ diye uzun yolculuklara çıkan, saatlerce oturup sessiz bekleyenler var. Ya, işte susturursanız da küser. Öyle bir şey.
Müren balıkları gibi, mağaralara girer çıkmazsa, böyle derin dalışlara gidip ikna etmek gerekir.
Dış ses, bir tür şehir gürültüsü gibi artık dinleye dinleye kanıksadığımız, hatta alışkanlık yapmış olan ‘başkalarının sesleri’.
Hepimizin ‘onu öyle yapma’, ‘bunu böyle yap’ diyeni var. Bunu, başkalarının bizi gördüğü yerden söyledikleri için çok önemsiyoruz.
Sonuçta, dışarıdan nasıl göründüğümüz ve algılandığımızı sevilebilme ihtimalimizle çarparak hesap ettiğimizden, bu bizim için çok mühim.
Kabul edilmek, var sayılmak ve sevilmek için yapmayacağı şey olmayan mahluklar olduğumuza göre, dış ses ne diyor kulak vermemiz şart.
Başkalarının hakkımızda düşündüklerini umursamadığımız çok az yer oluyor hayatta. Gidenler bilir.
Dış seslerin bizi yönlendirmesine izin verirsek kayboluyoruz, bunu öğrendik. Öğrenmeyenlerimiz de, vakti gelince bu akıntıların, hayal edilen limanlara varmadığını görecek.
Nasıl görünüyorum endişesi tamam. Bu yaptığım nasıl görünüyor endişesi de tamam. Ama ‘başkaları için doğru olan buymuş, o halde oraya gideyim’ kararı tamam olmamalı.
İmrenilmek, kıskanılmak, bakıldıkça bakılmak büyük uçan balonlar ve hepimiz onlardan inmek istemiyoruz; fakat eğlenceye de gideceğimiz yerden saptırmadığı ölçülerde dalmalıyız.
İç sesi, bir bebek gibi besleyip büyütmek, ‘Seni Pamuklara Sarmalar Sararım’ şarkısını söyleyerek su vermek gerek. O bizim sesimiz. O kalbimiz, ciğerimiz, gözümüz kadar bize ait, bize has.
Nasıl kendimize başka bir göz takıp etrafa bakmıyorsak; başka sesleri kendimizin yapıp kulak veremeyiz.
Nasıl, ‘Yüreğinin Götürdüğü Yere Git’ romanının ismi içimizi bir şömine gibi ısıtıyorsa, iç sesimiz de öyle yakın gelmeli bize.
Arkadaşlarıma çoğu zaman bir tavsiye vermekten uzak duruyorum. Sebebi bu. Onun içinde bir ses var. Ben onu duymuyorum. O beni dinliyor. Ben susuyorum.
İç sesini dinlesin diye.
Ben başkasının neyi nasıl yaşadığını kesinlikle bilmediğime eminim. Uzun zamandır.
Başkalarını değil, kendimizi rahat ettirmek zorundayız en başta. Kusura bakmayacaklar artık biraz. İç sesleri açacağız çünkü.
Paylaş