Gorillaz grubunun solisti, işte böyle tanımlamış son 10 yılı. Daha güzel anlatılamazdı. Hepimiz, internet cep mep derken, birbirimizi dikizleyerek ve sürekli yazışarak eğlenir olduk.
Facebook, başkalarının hayatını gönüllü dikizlemenin cenneti. Nüfusuna bakılırsa, ‘facebookland’ dünyanın en büyük üçüncü ülkesi. Televizyonda da bir dönem ve hâlâ en sevilen şey, bir eve kapatılmış insanları izlemek. Evimizin özelinde, başkalarının hayatına kapı deliğinden bakmaktan çok zevk alıyoruz. Onlar nasıl sahi? Onlar napar? Tepkileri nasıl? Kavgaları nasıl? Aşkları nasıl? Nasıl nasıl nasıl? Diğerlerinin giydikleri çıkardıkları, lafları, tatilleri, sevgilileri nasıl? Sevgilimizin, eski sevgilimizin e-mail ve facebook şifrelerini biliyoruz. Yanımızda bile otursalar, dünyalarına sızmaktan ayrı bir zevk alıyoruz. Gözlerimizi dikmiş herkese bakıyoruz. Niye bakmayalım ki, bakmak serbest! Hem, ne güzel demiş Walker Evans: “Gözünü dikip bak. Bu, gözünü eğitmek ve daha fazlası demek. Gözünü dikip bak, kulak kabart, dinle, gizlice dikizle. Birşeyler bilerek öl. Burada çok uzun zamanın yok.” Katılıyorum, utanılacak bir şey görmüyorum gözünü dikip bakmakta. Herşeyin kabuğunu soymaya çalışmakta. Yıllar önce web sitemi de, bunun üzerine kurgulamıştık. Madem paparazzileri sevmiyordum, alt benliğime kendimi dikizlettirecektim. Niltakipte.com’da, Nil Nil’i kimsenin göremeyeceği kadar dikizleyecekti. Üstelik onu yüceltmeyecek, dalgamı geçicektim. Bunun kişiliğimde yaratacağı tüm şizoid çatlamaları da göze aldım. Twitter’a da daldım. Kendimi seyredaldım. Pay ettim. Pay etmeden duramıyorum. Yarın bir gün saçlarımızı paylaşacağımız bir yer olsa, her gün bir tel bırakabilirim. Dünyaya bunun için geldiğimi düşünüyorum. Kendimi üleştirmek için. Lafımı, hissimi, sesimi, neşemi, hüznümü ulaştırmak için. Mümkün olduğu kadar çok insana, kendimi bulaştırmak istiyorum. Bulaştırıyorum da belli ki. Dün bir arkadaşım internette bulduğu bir şeyi yolladı bana. Beni ilaç olarak tasarlamış biri, bir tür jel. Mutsuz olduğunda, acıyan yerine sürüyomuşsun. Seni neşeli ve enerjik yapıyormuş. Belki de bugüne kadar aldığım en güzel iltifat. Yapana çok teşekkürler. Böyle bir şeye ilham olmak yeter. İşte karşınızda, jel karaibramgyl! Daktilocu olduğumuz da doğru. Sürekli yazıp duruyoruz. Gitgide hızlanıyoruz. Saniyeden daha az bir zamanda ‘ok’ yazıp yolluyoruz. Mesajlaşıyoruz, chatleşiyoruz. Sessizce ne çok şey söylüyoruz. Yazarken daha cesuruz, daha netiz, daha samimiyiz. Bana öyle geliyor. Kelimemiz sonsuza dek okunuyor. Uçup gitmiyor. Tarihin bir sayfasına saklanıyor, belki de sonsuza dek. Zamanın ruhu, dikiz aynalarından ve yazıdan siniyorsa üzerimize, silkelenmeden teslim olmalı belki. Evet ben de sevmiyorum hiç, haberim yokken haber olmayı. 1959’da, dünya ilk defa bir uydudan gizlice fotoğraflandığında, o da rahatsız olmuştu belki. 2008’de, duvardan ve kumaştan geçerek kayıt yapabilen Thruvision T5000 diye bir kamera çıktı. İçimizin içine, için de içine bakınca ne göreceğiz sizce? Bence boşluğu, bence ufaltılamaz büyüklüğü. Hayatın şakası bu. Haha.