Paylaş
O insanları devleştiren, sizinle aynı canavarı gördüklerinde korkmalarına rağmen kaçmamaları, sizinle aynı şeye dertlendiklerinde çözüm çözüm gezmekten usanmamaları ve sizinle tam da aynı şeyi istediklerinde onu almadan vazgeçmemeleridir. Anlıyorsunuz ki, hayat ‘insan’lar için. Üstün mahluklar için değil. Herkesin pardösüsünün içine sokuşturup gizlemeye çabaladığı kusurları var.
Herkesin ödü kopuyor. Herkes yalnız. Herkes bazen çaresiz. Herkes bir vakit kendini birine bir mektup gibi teslim edip “Hadi sen şunu hallet, sana güveniyorum” deyiveriyor.
Herkes düşüp düşüp kalkıyor. Herkes reddediliyor. Herkes ne yapacağını bilemediği günü yaşıyor.
İnsanız çünkü. Kalbimiz bir süreliğine bir ritim tutturacak ve işte o süre zarfında dansımız neyse yapacağız.
Bazılarımızı, pirinç ayıklar gibi diğerlerinden ayıran belki de tek şey, bütün bu ‘herkes’lere verdiğimiz bireysel savaşlar. İşte bu bazılarımızı dev yapıp, zaferlerle süslüyor.
Bu yüzden biyografi okumayı çok seviyorum. Bu bayramda Leonard Cohen’in, Sylvie Simmons kaleminden biyografisini okudum ve ne yalan söyleyeyim yüzlerce kere ‘ohh’ diye nefesimi bıraktım.
Yalnız değilmişim dedim, hiçbirinde yalnız değilmişim.
Ohh, o da gitarıyla kendince çaldığı şarkılarını bir gün bir prodüktöre götürmüş ve “Bunlarla ne yapalım” demiş.
Şanslıymış ki, bu kadar basitçe ve iddiasızca şiirini söyleyen bu adamı şaşaalı müziklere boğmamışlar.
“Hiçbir lafını ezmeyelim, katman katman enstrüman koymayalım.
Şu an ne duyduysak, onu biraz güçlendirelim” demişler.
Sesini üç mikrofonla kaydedip, çok iyi çalamadığı gitarını kendi tarzında çalmasına izin vermişler.
O çalarken, ona uyum sağlayacak müzisyenleri bulmuşlar.
Ohh, “Yahu bu adam şarkı söylemiyor ki düpedüz konuşuyor, biz ilgilenmiyoruz” diyenlere yıllar sonra şu şarkıyla karşılık vermiş: Böyle doğdum/ başka şansım yoktu/ altın bir ses hediyesiyle doğdum.
Ohh, çok iyi çalamadığı gitarının onu kısıtladığını düşünüp, bestelerini 99 dolara aldığı dandik bir casio orgla yapmaya başlamış. Hatta o orgun tıpkı çaldığı gibi albümde kaydedilmesini istemiş. Ohh, yazamıyorum evet artık yazamıyorum diye bunalımlara girip yıllar sonra ‘Hallelujah’ı yazmış.
Ohh, bir şarkıyı beğenmediğinde o şarkıyı başkalarıyla sıfırdan tekrar tekrar yapmış. “Ayıp olur bunu kullanayım” dememiş hiç.
Ohh, Bob Dylan bir gün kafede otururlarken ona kendi yazdığı ‘I and I’ şarkısının sözlerini uzatmış ve fikrini sormuş.
O da “Çok beğendim, bunu ne kadar zamanda yazdın?” deyince Dylan cevap vermiş: 15 dakika yazdım. Bunun üzerine Leonard da ona ‘Hallelujah’ şarkısının sözlerini uzatıp fikrini sormuş. Dylan, “Çok güzel ne kadar zamanda yazdın?” deyince “5 yılda” demiş.
Ohh, şarkılarını mutfakta tezgahta yemek yapmaya devam eden annesine çalıp fikir sorarmış.
Ohh, “Yahu sen fazla satmıyorsun seni artık Amerika’da dağıtmayacağız” diyen plak şirketlerine kalemiyle ve melodileriyle olağanüstü şarkılar yazarak cevap vermiş.
Ohh, hiçbir ideolojiye ve gruba ait olmadan kendi nazik takım elbisesinin içinde sadece Leonard olmayı başarmış.
Ohh, Dylan’la beraber pop müziğe şiiri sokmuş.
Ohh, şarkılarını hiçbir zaman başkaları için yazmamış. Kendisi ve aşık oldukları için yazmış, hatta onları konserlerde papağan gibi tanımadığı insanlara söylemeyi bu yüzden hep tuhaf bulmuş.
Bunlar gibi bir sürü ohh dediğim sayfa oldu. Bıraktığım her nefeste, “Haydi Nil dostum” dedim, “Büyük bir pop şairi olmak istiyorsan sen de bu savaşları verecek ve yolundan ne olursa olsun vazgeçmeyeceksin.
Kim bilir belki yılmayarak sen de bir gün, birilerinin onlarla aynı boydaki devi olacaksın”.
Paylaş