Paylaş
Ağzındaki lolipopu hızlıca çıkartıp, ‘heeeyt det!’ filan gibi bir savma nidası fırlattı üzerime.
Adını sordum, kötü kötü baktı. Kamyon sever misin? dedim. (Çok sever dedi dedesi) Başını salladı desem yalan olur.
Sonra ‘çüüüş!’ diye bağırarak, sağ elini dayak yersin gibilerden salladı. Dedesiyle anneannesine bunlar hiç tuhaf gelmedi, ben şaştım. Üzüldüm... Neden beş yaşında böyle cümleler, bu jestlerle dökülür ağzından? Neden saldırganlaşırsın yabancılara?
Şimdi yargılamak istemem, çünkü hakkında hiçbir şey bilmiyorum, ama haşin bir yerde büyüyordu. Evime yürürken onun minikliğini düşündüm. Büyükmüş gibi yapıyordu. Çocukluğu hızla yaşlanıyordu. Her ev, yuva değildi. Aklıma yıllar önce Maçka Parkı’nda gördüğüm, o baba oğul geldi.
Maçka Parkı’nda oğlumu sallıyordum. Bir adam geldi oğluyla. Adamın, çantadan büyük bavuldan küçük, ama kesinlikle bir parkta tuhaf duracak büyüklükte deri bir çantası vardı. Ne iş yapıyor acaba diye sorduran ağır bir çanta.
Çocuk deliler gibi bağırmaya başladı. Öbür salıncak boş olmasına ve bizimkinin tıpatıp aynısı olmasına rağmen, ille de bizimkinde sallanmak istiyordu. Adam onu, ‘bana bak!’ diye havaya kaldırdı, tam bir tokat atacaktı ki, beni gördü. Vazgeçti...
Çocuk deliler gibi kendini yerlere atıyordu. Biz o salıncaktan öbürüne geçince de, bu sefer bizimkini istiyordu tekrar. Sonra fark ettim. O salıncağı değil, o salıncakta yaşanan duyguları istiyordu.
Bir annenin, onu sevgi dolu bir bıkkınlıkla sallamasını. İsyanı o duyguya duyduğu özlemdi. Ona dönüp, ‘sen şu şarkıyı biliyor musun peki?’ diye bir şarkı söylemeye başladım. Bir çocuk şarkısı. Bu parka gelmeyi neden çok sevdiğimizi anlattım. Sakinleşti...
Çocuk olmaya ihtiyacı var gibiydi. Çocukluğu hızla yaşlanıyordu.
Sokakta rastladığım çocukla, bu Maçka Parkı’ndaki çocuğun evinde belli ki, küfür kıyamet, dayak olağandı.
Evde babanın gölgesi yaşıyordu. Anne de boynunu eğmişti. Onlar erkekseler gölgeleriyle her yeri kaplamalıydılar, kadınlarıysa anneleri gibi boyun eğecekti zaten.
Gelecekteki hallerini düşündüm. Sevgili hallerini, koca hallerini, baba hallerini, arkadaş hallerini... Nasıl bu ilişki örgüsünü tekrar edeceklerini.
Çok şey bilmiyorum, karanlıkta herkes kadar görmeye çalışıyorum. Bazı şeyleri sezgiden biliyorum. Sezgi öyle bir kızdır ki yalan söylemez.
Sezgim şu: Hayatın ilk yılları çok mühim. Çünkü o vakit, ‘ilişki’ örmeyi öğreniyorsun, örgü örmeyi öğrenenler gibi. Annen baban başlıyor anlatmaya, iki ters bir düz...
Bak ipi alıyorsuun burdan dolayıp, hop burdan atlatıp, buraya geçiriyorsun gibi. Nasıl her yiğidin bir yoğurt yiyişi varsa, her evin de bir ilişki örüşü var. İşte o örülen ilişki yeleği, bir giyiliyor, bir daha da üzerimizden çıkmıyor. Aşkla, işle, eşle dostla, çocukla ilişkide onu giydiriyoruz. Napalım, biz de garibim, başka şey bilmiyoruz ki.
Kimse, o muhteşem ışıklı yeleği örmedi evet, ama yine de, sıcak tutanı var bunun. Dua ettim, o ikisi ve daha nicesi yollarında, sevgi dolu maharetli bir elin marifetiyle yandaki salıncakta sallansınlar.
Tazelensin çocuklukları.
Paylaş