Herhangi bir gün Boğaziçi Üniversitesi’nde tanıştık. Ben merdivenleri çıkmıştım. O Cumhuriyet gazetesini indirip bana bakmıştı.
Sarışın, entel, konuşması ‘ben burada büyümedim’ aksanlıydı. Yanınız boş mu deyip, o gün derste yanıma oturdu. Ve bir daha hiç yanımdan kalkmadı. Yapıp ettiklerimin yükleminde ‘her zaman’ oldu. Ve adı hep o ilkokul cümlesinin öznesi oldu:
En iyi arkadaşım Ceren.
Bu girizgahtan kafa kafaya verip, dip dibe yürüyüp, yan yana dizilen iki arkadaş olduğumuz zannedilmesin. Ben, arkadaşlara karşı pek canlı değilim. Ceren ise yılın 350 günü buralarda değil. Benim gibi yanı boş’ların arkadaşına en uzak bir ada yakışırdı değil mi? Kendisi Avustralya’da yaşıyor. Şimdi(lik) burada. (Bu ‘lik’ eki var ya, hayattaki en mühim ek. Nedenini başka yazıya lakırdarız, Ceren yokken) ‘Ceren İstanbul’da’ önemli macera oldu bu gelişinde. Bana ‘Nil Macera’da’yı hatırlattı çünkü bir haftada.Öyle demeyin insan kendi macerasını unutabilir bazen.
Ceren’i birazcık boyamak gerekirse, yüzü gülerdir. Bana pat diye oturan çok parçalıdır. Ruhu paramparçadır. Kafası boz-ama-yapama tahtasıdır. Çok neşelidir ama bu neşe onun Boğaz’da yürürken hep yere bakmasıyla çelişmez. Ceren bir Matruşka olsa, içinden hep büyüğü çıkması gerekir. Ceren bir yol olsa kestirmesi olmaz. Ceren hava durumu olsa sabahı Luxemburg’ta günlük güneşlik, akşamüstü Boğaziçi Güney kampüste çok rüzgarlı, akşamı dünyanın herhangi bir yerindeki kutup soğuğu olur.
Benim gözümde gerçeğin ortasına düşmüş bir hayal kahramanıdır. Kağıdından sıyrılmaya çalışır durur. ‘Gel’ desem dünyanın öbür ucundan bir adımda gelir, kayıp düşmüş olsam, kayıp olsam iki elini birden verir.
Buraya geldi ve farkında olmadan beni, bir kanguru gibi cebine atıp, hayat alemimde gezdirdi. Kanguru ‘bilmiyorum’ demekmiş... Bu hikayeyi anlatmalıyım: Avustralya yerlisine bir hayvanı gösterip bu ne diye sormuşlar. O da cevap olarak kendi dilinde ‘neden bahsettiğinizi bilmiyorum’ anlamına gelen kelimeyi söylemiş: Kanguru! Ve o hayvanın adı kanguru olmuş. Ben de benim kangurumdum işte. Ben de bilmiyordum. Ceren bir keresinde ‘Dünyadaki en çirkin hayvan, insan’ demişti. ‘Hem tüysüz, hem pembe hem de iki ayağının üstünde duruyor!’ Ben de tüysüz, pembe ve iki ayaklı bir nil hayvanıydım. Ceren safarisinde poz verdim. Bir baktım: Doğal habitatımda pek bir şıkım. Şımarıklıkmış meğer pembe pembe kızaran sıkılmışlığım. Kendimi sivilce gibi sıkmışım, patlatmışım. Unutmuş kalmışım dünyanın sol üst tarafında küt küt atan bir kalbin içinde oturduğumu. Kocaman pencerelerinden kocaman güneşle dolan kocaman bir salonda yapılacak çok şey olduğunu. Pollycerenanna beni ziyarete geldi. Arabamla gezdirdi, anneme, babama, kardeşime sardı, saçlarıma bile renk kattı. ‘Of zaman kısalıyor, yapılacaklar listesi uzuyor ama bu çok zevkli bir deve cüce’yi hatırlattı.
Ceren geldi, hemen arkasından Nil geldi.
Ceren bu pazar gidiyor ve ben pazar sabahı Luxemburg’ta günlük güneşlik olmaz diye korkuyorum... Kanguru.