Paylaş
“Saat 6’da meydanın oradaki eczaneden alayım sizi” dediğimde, kalbim, çıkmaz sokak bir sevgiliyle buluşacakmış gibi çarptı. Evden uçarak hızlıca çıktım. Karlı kaldırımda yokuş aşağı yürürken, kafamda bin bir soru vardı. Nasıldın? Aynıydın büyük ihtimal. Oğlun nasıldı? O aynı olamazdı, en son gördüğümde sadece beş aylıktı çünkü. Kocan nasıldı? Aynıydı bence o da. Çocuklar büyüyor, biz aynı kalıyoruz sanıyoruz ya.
Meydanda beni bekliyordunuz üçünüz. Yanlış tarafa bakıyordunuz, oradan gelmeyecektim ki. Böyle zamanlarda bütün insanlarla ilgili sımsıcak duygulara kapılıyorum. Ne kadar saçma öngörülerle hareket ediyoruz. Omzunuza dokunup, “O taraftan değil bu taraftan geldim” dediğimde birbirimize sarılıp hiç ayrılmamış olduğumuzdan emin olduk dördümüz. Sanki gizli bir aileyiz. O kadar yakın hissettim varlığınızı. Oğlunun saçları sapsarı kıpkıvırcık çıkmıştı! O ne tatlılıktı öyle! Minik bir prens doğurdun sen! Gülüşüyle krallıklar kuracak olan, sarı saçlı mavi gözlü bir dev.
Seninle, birbirimizin geleceği hakkında ileri geri tahminlerde bulunduğumuz yılları hatırladım. Vaktimiz çoktu. Hiçbir şeyimiz yoktu. Hiçbir fikrimiz yoktu. Ne iş yapacaktık? Kiminle evlenecektik? Zengin olacak mıydık? Zengin olanın olmayanı köleleştirme senaryolarıyla eğlenirdik. Pudra şekerli börek yer, yere bakarak bize yürür, annemin yaptığı çayı içer uyurduk. İkimiz de biraz içliydik. Senin çocukluğun Luxemburg’da geçmişti. Benimki Ankara’da. Birbirimizi bulmamız tuhaftı. Herkese göre sen çok tuhaftın. Sana göre herkes çok kabaydı.
Yıllar sonra, İsviçre’nin bir dağ kasabasında, sen, sırtında oğlun, yanında Avustralyalı kocan ve ben, karlı bir kaldırımı tırmanıyorduk. Sen yine yürürken yere bakıyordun. O hiç geçmedi bak.
Sonra seninle o kimsenin bizi tanımadığı kasabada, bir aşağı bir yukarı yürüye yürüye konuştuk bir hafta. Pastanelere gidip kakao içtik. Ben sana kurbağa sesi yapan bir oyuncaktan çıkan ses ağzımdan çıkıyormuş gibi salakça şakalar yaptım. Senin yanında sarsak bir çocuk gibi davranabiliyorum ya, şükürler olsun. İnsanın delirmesini önleyen şeyler listesinin başına ‘arkadaş’ koymaları boşa değil. İyi ki varsın sen. Dünyanın öbür ucunda yaşıyorsun ve bana hep kızıyorsun oraya hiç gelmediğim için ve haklısın ama ne yapayım çok uzak. Tamam haklısın çok bencilce bu. İşte seni bu yüzden seviyorum! Bana ne kadar bencil olduğumu gösteriyorsun. Kendimi, senin aynanda görüp, çekidüzen veriyorum. Bana yansıttığın Nil’den tanıyabiliyorum kendimi. Beni de yabana atma ama. Sana benim kadar acımasızca senden bahseden de yoktur!
Sen sorgulamadığım bir yerdesin. En yakın arkadaşımsın işte. Artık öyle misin değil misin sorusu kalmamış. Oğlun North’un vaftiz annesiyim ama kendi oğlummuş gibi seviyorum onu.
Senin o uzaklardaki hayatını da seviyorum, uzak olduğu için sevmesem de. Botanik parkın yanında oturmanı. “Hayır Nil valla köpek balığı yok”u. North’a, şarap fıçısının içine yüzlerce taş döşeyerek yaptığın o muhteşem ahşap küveti. Sana bağlantı kuralım diye bir eşini aldığım pijamayı.
Zaman tünelinde elini hiç bırakmayıp, seni bugünüme getirdiğim için kendimle gurur duyuyorum.
Paylaş