Paylaş
O uyuşuk ayakların açılıyor. İçine ışık giriyor istemesen de, kulaklarına müzik kaçıyor, ayaklarına ritim bulaşıyor.
İşte böyle oldu bana Kapadokya’da. İki yıldır gelmek isteyip de, Aziz Arif daha küçük diye bahanelerle gelemediğim Cappadox’a bu sene gelebildim. Hep yağmur yağdı.
Kaan Tangöze’ye yağdı yağmur. Sahnede gitarıyla ve mızıkasıyla, o puslu, sisli, derinden çektiği sesine yağdı. İçli biri bu Kaan diye düşündüm.
Babama benziyor bazen, mesela babam da “Dom Dom Kurşunu”nu söylerdi ben çocukken. 12 telli gitarıyla, türküleri öyle bir söylerdi ki inanamazdınız.
İşte bir rock starı türkü söylerse böyle olur derdim. Kaan’da da dedim.
İçimde kıvrılıp uyuyan çekingen bir kız var. Başucunda durur gitarı. O uyandı. Kalktı izledi. Dedi ki kulağıma: İşte sen de böyle sahneye tek gitarınla çıksan, âşıklar gibi söylesen?
Çağdaş sanat turu otobüsünde, Aziz Arif’e mısırının yarısını bölüp veren adama yağdı yağmur. Keyfi yerindeydi. “Annen sana peri bacalarındaki perilerin masalını anlattı mı?” diye sordu ona.
Aziz Arif’e hiç perilerden bahsetmediğimi düşündüm. Hangi masalda vardı peri sahi? Neyse, nasılsa Waldorf Anaokulu’nda masal en önemli şey diye geçirdim içimden. İnsanın içi kalabalık bir yol. Her an her şey geçebiliyor.
Güray Müzesi’nde, Lars Danielsson ve Gregory Privat’a yağdı yağmur. Sanki kocaman bir mağarada çalıyorlardı kontrabas, çello ve piyanoyu. Müzedeki bin yıllık minik tanrıça heykelleri uzun zaman sonra müzik dinledi belki.
Aziz Arif’i de getirmiştim konsere. 3 yaşında bir çocuğa sessiz ol diyemiyorsunuz. Dedim yine de. Dinler mi acaba diye merak ettim.
Öyle bir müzik ki, çıt çıkarsanız kırılabilir. Sizi yumuşacık alıyor kucağına.
Oğlumla gurur duydum. Yarım saat kucağımda dinledi konseri.
Tavandaki renklere baktı. Kontrabasta gezen parmakların yarattığı harika ritme şaştı. Piyanoyla arkadaşlıklarını duydu.
Çocuk getirilmez denen o katılaşmış şeyi bir kere daha devirdim. Kim bilir o içinde neler inşa etti.
Yasmine Hamdan’a yağdı yağmur. O Beyrutlu güzele. Sahnede seksapel nedir gördüm. Kot, spor ayakkabı, deri ceket ve gri atkı üzerine öyle bir eda atıyor ki, işte kadın bu diyorsunuz. Tek eli cebinde, saçlarını savurarak öyle bir döndürüyor ki Arapçayı dilinde, anlamanız gerekmiyor. Biliyorsunuz işte bahsi geçenleri.
Çok dersler almak istedim ondan ama ben ne yapsam, çocukluğumu atamıyorum ki üzerimden.
Gezerken nazar boncuklu dilek ağacına yağdı yağmur. Ve çocuklara komiklik olsun diye bir şapkayla otoyolun kenarında fotoğraf çektiren deveye, ve Yaşam Şaşmazer’in bir mağarada yerlere kapanmış heykel kadınına, ve kendine çamurdan barınak yapan Alper Aydın’a, ve Deniz Gül’ün tuğladan kanatlarına...
Kapadokya’nın büyülü bacalarına yağdı yağmur! Periler dışında kim yapmış olabilir ki bunları zaten.
Çikolata alırken kolumun altına sıkıştırıverdiğim Tuhaf dergisinin kapağındaki Dostoyevski’ye yağdı yağmur. Çabucak ıslandı Dostoyevski. Orhan Pamuk dergide, “Okuduğum en etkileyici roman Karamazov Kardeşler” diyordu. İstanbul’a döner dönmez tekrar okuyacağım diye söz verdim “Karamazov Kardeşler”i. Sonra “Ecinniler”i de ihmal etmemeli... Bakın ne diyor 128’inci sayfasında:
“Dostum, gerçek doğru, hiçbir zaman doğruya benzemez, bunu biliyor musunuz? Doğruyu doğruya benzetmek için içine biraz yalan karıştırmak zorunluluğu vardır. İnsanlar her zaman böyle yapmışlardır.”
Sonraki pazar birden durdu yağmur. Güneş, sıcacık kalbiyle günaydın deyiverdi, günlerdir gitmemiş gibi. Ben tabii koşarak balkona çıkıp sarıldım ona. Tül eteğimi giydim hemen pantolonun üzerine. Sokakta yürürken herkese iyi geleceğini umarak. Oturdum Argos’un kafesine. (Bakın hatıra olsun diye resmini de koyuyorum, oturduğum yerden manzaranın.)
Az çok, uzak yakın festivallere gitmişimdir ama Cappadox bambaşkaydı benim için. Bir başkadır benim festivalim. Teşekkürler Pozitif’e, Argos’a ve tüm ekibe. Ve bu paha biçilmez üç güne.
“Evet derin, gereğinden çok derin bir yaratıktır insan, ben olsam bu kadar derin yaratmazdım onu.” (Karamazov Kardeşler, sayfa 133)
Paylaş