Paylaş
Sanki hep beraber uzun ve karanlık bir tünele girmiş gibiyiz. Yüreğimizin, bir göğüs kafesi içinde attığını hisseder olduk. Göğsümüzdeki her nefeste bir kafesin parmaklıkları var. Bir elimizde savaş, öbür elimizde deprem, bir ona bakıyoruz bir öbürüne. Yüzümüz yer yer gülse de, içimiz ağlıyor. Görüyorum. Birbirimizi tamamlamaya çalışıyoruz. Birbirimize dualar ve montlar ve battaniyeler gönderiyoruz. Cebine not koyuyoruz: “Bir gün sen düşersen, ben de seni kaldıracağım.” O kadar üşüdü ki kalbimiz, sızladı ki içimiz, çareyi birbirimize sarılmakta bulduk. Şu son hafta özellikle, ağzımızdan tek bir küfür bile çıkamadı.
Birbirimizin adını öğrendik. O binanın altından bize son kez bakan, o esmer güzel çocuğun adı, Yunus. Yerin kat kat altından ıngası duyulan, 14 haftalık bebeğin adı, Azra. Azra’nın annesinin adı, Semiha. Yunus baktı, ağladık. Azra ağladı, güldük. Öyle sarkaç gibi, acılarla mucizeler arası salınıyoruz. Bunların nasıl da ikiz olduğunu görüyoruz. Sanki büyük bir yangının içinden, arada bir gökkuşağı çıkıyor. Sen hiç böyle bir ruh halinde bulundun mu?
Bütün bunların içinden seni düşünerek firar ediyorum. Avustralya’nın Melbourne şehrindeki evinde, minik bebeğinle en fazla zehirli örümceklerden korktuğun bir cennette yaşıyorsun gibime geliyor. Belki de abartıyorum ama inan buna ihtiyacım var. Bir keresinde, hani ilk gittiğinde orayı pek sevmemiş, “Buradaki herkesin tek derdi sabah uyandıklarında rüzgarın sörf yapmaya elverişli olup olmaması” demiştin. Coğrafyaların surat asma sebepleri ne kadar başka olabiliyor değil mi?
Ben de bazen gencecik çocukların makineli tüfeklerle, mayınlarla öldürülmediği, yer sarsılınca binaların insanların tepesine yıkılıp ezmediği bir yerde yaşamayı hayal ediyorum. Seninle okyanus kıyısında yürümeyi ve ödümün patladığı tek şeyin zehirli örümcekler, köpek balıkları ve insana dokununca kalp krizine yol açan o koca denizanaları olmasını diliyorum. Yüreğim acıyacağına, güneşin altında fazla kaldığım için kıpkırmızı olan omuzlarım acısın diyorum. Fakat gel gör ki, bu benim için sadece bir hayal. Burası tamir olmadan, zehirli örümceklerden de korkamam, köpek balıklarından da.
Çünkü ben, tıpkı Nuri Bilge Ceylan gibi her zaman, bütün sevinçlerimi ‘tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel ülkeme armağan ediyorum’. Çaresizlikle sıkı sıkıya tutuştuğumuz şu ellerimizi bırakmazsak, ayağa da kalkacağız, yürüyeceğiz de, koşacağız da bak şaşıracaksın!
O zaman sen buraya geri döndüğünde, İstanbul Boğazı’nda balık ekmek yiyeceğiz seninle. Tek derdimiz, üstümüze poyraz için hırka almayı unutmamız olucak. Bak göreceksin.
Paylaş