Paylaş
Empati, kendini bir başkasının yerine koyarak, onun hissettiklerini hissedebilmek demek.
Son zamanlarda Türkiye’nin eksikliğini en çok hissettiği şey bu zaten.
Yani Türkiye bir insan olsa ve kan tahliline gitse, kanında en büyük eksiklik ‘empati’ çıkabilir.
Empati eksikliği çekmemizin en büyük sebebi, kendimizi ‘kolay incinir, yaralanabilir’ olmaktan korumamızmış.
Ben de bütün bunları, empatiyle sempatinin farkını, ‘kendini savunmasız kılabilme’ araştırmacısı Dr. Brene Brown’dan öğrendim.
Aslında her şey, kendimi savunmasız kılma yeteneğimin olmadığını fark etmemle başladı.
Diyeceksiniz ki, manyak mısın kendini niye savunmasız kılma ihtiyacı içindesin?
Çünkü kalbi kırılmalara dökülmelere açmaz, kalkanını her sabah takarsan neredeyse bütün duyguları ıskalıyorsun.
Birini sevmek, o kişiye karşı savunmasızlıkla başlıyor.
İşin acayibi, ait olmak, neşe, cesaret, empati, sorumluluk ve kendine özgü olmak da savunmasızlıkla başlıyor.
Peki neden o zaman, insan ordularına bu kadar yatırım yapıyor? Kalkanlarını her gün cilalıyor, kalbine göğsüne kalkanını takıyor?
Bunun sebebi de ‘yetersizlik kültürü’.
Kendini aslında yetersiz gördüğün için kalkanı takıyorsun. Hepimizin kendimize her gün sorduğu en tehlikeli iki soru şuymuş: “Bugün neden korkayım?” ve “Kimi suçlayayım?”
Bu iki soru bizi mahvediyor, kolumuzu kanadımızı buduyor.
Kimselere sarılamıyoruz, uçup bilmediğimiz yerlere gidemiyoruz.
E zaten bu ikisini yapamıyorsak, hiç yaşamayalım daha iyi.
Dr. Brene Brown’un yıllar süren araştırmasında, binlerce insanla konuşarak vardığı da bu: Kalbinin kırılmasına izin verdiğin sürece sevebilir, sevilebilirsin. Nokta.
Beni az çok tanıyorsunuz artık. Çok ortalarda olmayan, işini iyi yapmaya çalışan, neşeli, müzikle uğraşan biriyim.
Mahremime düşkünüm. Yolda yürürken bile fotoğrafım çekilse tedirgin oluyorum. Niye tedirgin oluyorum acaba diye de 10 yıldır düşünüyordum... E, biraz terbiye oldum tabii.
Spot istiyorsan, spotu çat diye yaktıklarında da görünenlerden rahatsız olma! Hatta kendin kendi yara berelerine de spot tut.
Ama yok. Ona hayır diyorum hemen.
Şarkılarla zaten önlerinde mahvoluyorum, günlük hayatta kuyruk dik dursun diyorum.
Dr. Brene’nin kitabının karşıma çıkması tamamen tesadüf oldu. Ama bütün tesadüfler gibi, o da tam zamanındaydı.
Bir arkadaşımla, kendini olduğu gibi ortaya koymaktan çekinmeyen sansürsüz insanların cesaretini ve yenilmez güçlerini konuşuyorduk.
Türkiye’de örneği az, burası kuyruğu dik tutma ülkesi, ama yok değil.
İşte seyrek de olsa, birinin açık kalp ameliyatı gibi, kendini ortaya cam kırığı gibi saçtığını görünce büyüleniyordum ben.
Burada büyük bir güç olduğundan, daha doğrusu asıl gücün kalkansız olmak olduğundan şüphelenir olmuştum. Şimdi eminim. Güç, kendini gerektiğinde güçsüz kılabilmekte.
Sadece güç değil, bütün duygular orada. Orada bir köy yok uzakta.
O köy bizim savunmasızlığımızda...
Bak nerelere gittik, empatiyle sempatinin farkına gelemedik bile, onu da haftaya yazayım.
Paylaş