Paylaş
O seslere yakın titreşimleri yakalayan enstrümanları, şarkıcıları, melodileri seviyoruz. Dinlemeden duymaya başladığımız bir müzik bu. Doğduğumuzda nasıl bir ses dünyasına geldiğimizi biliyoruz. Ninnilerle ve dilin tonlamalarıyla daha da oturuyor notalar yerlerine. Türkülerle, makamlarla büyüyoruz. Hep beraber dans etmeye kalksak bir gün, yüzde yüz buraya ait bir şey çalmamız gerekir.
Bunda hemfikiriz.
Amerika’da, herkesin hep bir ağızdan söyleyeceği bir şarkı yazmak istersen, bu işi Bruce Springsteen’e verirsin. O country rock karışımı bir şarkı yazar. O paslı, puslu, hisli sesiyle bağırarak haykırır. Öyle bir haykırır ki, sanki Grand Canyon gibi bir yerde sanırsın kendini. Tepende kartallar gururla pike yapar.
Şarkıda Bruce senden ne istiyorsa yaparsın, neden bahsediyorsa katılırsın. Yumruğunu sıkar, bayrağını çeker dalgalandırır. Öyle bir şarkı olur. Ama en önemlisi majör, yani ‘ah ne gam’, bir tonda olur. Majör, müzikte mutluluk akorlarıdır.
Türkiye’de herkesin hep bir ağızdan söyleyeceği bir şarkı yazmak istersen, majöre uğramadan minörlere gidersin. İçinde acılı haykırış olan bir sese söyletirsin. Seçtiğin enstrümanlar biraz titrek olur, akustik olur. Fişe takılı bir ses gelmez, sesler topraktan gelir. Bazen neşeliymiş gibi yapar ama asla minöründen vazgeçmeyeceği için, seni ters köşeye yatırır. Bir bakarsın, hop hop göbek attığın şarkı ayrılıktan, özlemden, kopuşlardan bahsediyor.
Buradaki kimse böyle bir şarkıyı tuhaf karşılamaz. Biz, yeri geldiğinde acımızı kıvırtarak da yaşarız. Onun dengesini biz biliriz.
Çocukluğumdan beri, Türkiye’nin hep biraz üzgün bir yer olduğunu düşündüm. Kapıyı sık sık ağlayarak çalan manşetleri vardı. Sarı, çorak, kimsesiz tarlalarına uzanır uyurdu. Üç tarafındaki denizler onu serinletmeye yetmiyordu. Belli ki harareti vardı. Yabancılar ona ‘Asia minor’ de (Küçük Asya) derdi. Şarkısı majör de başlasa, minör biterdi.
Belki de bu yüzden sevdiği müzik böyledir. Burada içli olmak her zaman makbuldür.
Paylaş