Bir haftada bir çırpıda

Leonard Cohen, bir dergideki ropörtajında, şarkı yazma anıyla ilgili olarak ’...bazen bir intikal oluyor ve o ana itibar ediyorum’ demiş. Yıllardır cevabını aradığım bir şeyin, en güzel söylenişini bulmuş oldum.

Bir kitapta, bir işi mükkemmel ustalıkla yapabilmek için, o şeye toplam 10 bin saat vermek gerektiğini yazıyordu. Bu sihirli bir rakammış. Mozart’tan, en büyük atletlere kadar, üstün başarı gösteren insanların hayatı incelenerek bulunmuş bu sayı. Beatles, meşhur olmadan önce, Hollanda’da bir striptiz kulüpte, haftada 7 gün, günde 8 saat sahne almış. Sabaha kadar çalmak zorundaymışlar. 20 bin saati bile geçmişler yani, Beatles olmadan önce. Bir de, onlar da herkes kadar parasevermiş. John’la Paul bazen ’hadi gel şimdi de havuzu yazalım’ derlermiş, havuzu aldıracak şarkıyı yazmayı hedeflediklerinde. Buna şaşırmadım da, 10 bin saati öğrenmiş oldum. Hmm, tamamladım mı acaba?... Olsun yine de çok çalmalıyız çok konser vermeliyiz çok. Seçiciliği bıraksın şu Nil.

Okaliptus ağaçlarının, upuzun dalları ve uçlarında da çalı gibi yaprakları var. Onlardan çok gördüm.

Atlantik okyanusunun suyu, yazın 35 derecede bile çok çok soğuk. Ayak bile sokulmuyor.

Geçen sene dünyada, köpekbalığı yüzünden ölen insan sayısı 30, insanlar tarafından avlanan köpekbalığı sayısı 1 milyon civarındaymış. ’Gezegenin katil canlısı: insan!’ diye düşündüm. Jaws, bir de köpekbalığı gözüyle çekilse, afişinde insanlar böyle ağızlarını kocaman açarak sudan çıksalar daha gerçekçi olur.

’Survival of the prettiest’ (en güzel olanın evrimde, güçlü ele sahip olduğunu anlatan bir kitap) kitabında, ilginç bir şey okudum. 18’inci yüzyılın sonunda, İngiliz parlamentosunda bir kanun çıkarılmak istenmiş. Bu kanuna göre ’makyaj malzemesi, parfüm, kozmetik ürünler, takma dişler, topuklu ayakkabılar, ek saçlar, peruk, bel daraltıcı kemerler vs. kullanan kadınlar büyücülük yapmış kabul edilecek ve onlarla aynı cezalara çarptırılacak. Kocaları bu sahtekarları boşayabilecek.’ Tabii ki, geçmemiş bu kanun. Dünyanın en geçerli kanunlarıyla şaka olmaz değil mi... Fakat, biz kadınlar, sadece dişini yaptıranlar ve dudağına hafif kırmızılık verenler bile ilüzyon yaratarak, doğanın eş seçme oyununa hile sokuyoruz doğru. Ah, biz var ya biz.

Bir zürafa günde, 20 dakika uyuyormuş. Yoksa boynu ağrırmış.

Dünyada açlık, susuzluk, işsizlik çok. Afrika’da township denilen yüzlerce minik küp evden oluşan köyler var. İçinde 3 adım atamayacağın evde, koca bir aile yaşıyor. Hastalık, uyuşturucu, suç çok var tabi bütün bunlar olunca. Uzaktan baktım onlara, zaten yakından bakmak tehlikeliymiş. Böyle, teneke çatılı rengarenk bir yığıntı gibiydi. Milyonlarca insan yaşıyor bu şekilde. Çocukken annemizin, ’hadi bu son lokmanı da at ağzına’ derken bahsettiği insanlar onlar. Varlar. Uzaktalar. Yok değiller.

Bir de ’masa dağı’denilen dağla, bir bulutun yaşadığı aşk var ki anlatılmaz. Gök mavi, hiç bulut yok. Bizimki, o dağın tepesinden dantel gibi akıyor aşağı. Sanırsın, o masaysa o da örtüsü.

Güney Afrika’ya giderken yolda okudum yazdıklarımı, ve orada gördüm gördüklerimi. Çok zengin, çok fakir, doğası tarif edilmez güzel. Bazı gördüklerimi uzun uzun kaydettim. İki cümle ettim, etrafa bakarken. Biri, ’dünya ne kadar güzel bir gezegen’. İkincisi ’şu anda herkesi çok seviyorum’. Keşke bu ikisini hep hatırlasam.
Yazarın Tüm Yazıları