Kopenhag soğuktu. İstediğinde buz gibi olan bir şehir. Biz bisikletliydik. Bisikletle gezilebilen bir şehir bulduğumuz için abartmıştık. Eldiven, bere, kalın montlar, iç içe kazaklar giymeye razıydık, yeter ki bisikletten inmeyelim.
İşte böyle bir gecede, Kopenhag’da gece gidilip güzel müzik dinlenecek bir bar arıyorduk. O bar, bu grup, şu şov, bu konser derken, bir grubun ismi bizi gecenin o soğuğunda pedalları çevirmeye ikna etti. “İsmi buysa, biz müziğini muhakkak severiz” dediğimiz bu grubun adı: Treefight for Sunlight (Güneş ışığı için ağaç savaşı). Hayatımda bu kadar iyi çalan, besteleri bu kadar güzel olan az grup gördüm. Çıkışta “Kim bunlar Allah aşkına” diye sorunca, “Yeni çıkan bir grup” dediler. Umarım güneş ışığı için savaşlarında yükselirler. BBC’nin “How to Grow a Planet?” (Bir Gezegen Nasıl Büyütülür?) belgeselini izlerken, aklıma bu grubun güzel ismi geldi. Bir yerlerden edinin ve izleyin ne olur! Dünyanın muhteşem bir tarihi! Hiç bu kadar iyi anlatılan doğa belgeseli görmemiştim. Dünyada eskiden dinozorlar olduğunu masal gibi dinliyoruz ama bu belgeselle için eriyor, nasıl da silinip gitmiş bu koca vejetaryenler diye. En acayibi de, dünyada şu an içimize çekerek hayat bulduğumuz oksijenin, ilk defa denizdeki bir bakteri tarafından havaya salınması! Evet, rengi yeşil bu bakteri sayesinde, hatta onun çıkardığı bir gaz sonucu, dünyayı oksijen kaplıyor ve o andan itibaren bitkilerden bize uzanan geniş canlılar yelpazesi oluşuyor. Yaprakların nefes aldığını gördüm. Bizim gibiler. Yeşiller ve durdukları yerde duruyorlar diye onları süs gibi görüyoruz. Bir ağaç olmak, ne kadar zor bir bilseniz, şaşarsınız. Belgeseli izlerken, gözlerimin “Yok artık!” diye yuvalarından fırladığı anlardan birini anlatayım. (Çünkü o anlardan çok oldu.) Çiçeklerin bu kadar delirtici güzellikte renk cümbüşü olmalarındaki en büyük sebep, böceklere cazip görünmek. Evet, doğada hiçbir şey boş yere çok güzel değil. Renkleriyle büyüleyen bir çiçek, bir arıyla, kuşla, kelebekle flört etmek için bunu yapıyor. Güzel olmak, çiçek dilinde, “Bende çok güzel nektar var, gel” demek. Anlayacağınız doğada da şekerle kandırma var. Peki niye çiçek böceğin peşinde? Çünkü üzerine konan bir kelebek ya da arı, ister istemez, onun tohumlarını başka çiçeklere ulaştıracak. Bir çiçek için arı, aşk mektubu taşıyan, onun çoğalmasına vesile bir kurye gibi. Hareket edemeyen doğa, hareketli doğayı tavlamanın yollarını bulmuş. Hele bir çiçek var ki, sadece belli bir türden arıyla anlaşmış. Tohumlarını bir tek ona veriyor. Herkese güvenmeyen teyzeler gibi. Ve bunu yapmanın yolu olarak, evrim sürecinde, bir tohum haznesi geliştirmiş. Bu hazne çiçeğin ortasında kapalı. Bir altın kesesi gibi duruyor. Sonra bir mucize oluyor. Çiçek sadece, kanat çırpışıyla do notasını çıkaran arıya bu keseyi açıp tohumunu fırlatıyor. Diğer arılar, kanatlarını bu frekansı, bu notayı çıkaracak şekilde çırpamıyorlar. Anlatamam görmen lazım.