Paylaş
Çok kabaca anlatmak gerekirse, biz iki sistem dahilinde düşünüyoruz. Sistem 1, “iki kere iki kaç eder, dört” örneğinde olduğu gibi, aslında hiç düşünmeden, pat diye söylediğimiz düşünceler.
Bu hızlı düşünmeye giriyor. Çünkü hiç efor harcamadan düşüncemiz hemen orada.
Sistem 1 düşüncelerimiz rafta hazır. Bütün önyargılarımız da “iki kere iki dört”e benzediği için, onlar da sistem 1 düşünce sisteminde.
Sistem 2’yse “17 kere 23 kaç eder?”de olduğu gibi, hemen çağırınca gelmiyor.
Bunu analiz etmemiz, üstünde düşünmemiz, hesaplamalar yapmamız gerekiyor. Zaman vererek bulabiliyoruz. O yüzden bu, yavaş düşünceye giriyor.
Kabaca biz, bu iki düşünce sisteminden ibaretiz. Tabii ki hayat, sistem 2’yle yürüyemeyeceğinden, çoğunlukla sistem 1 tarafından yönetiliyoruz.
Hatalarla, önyargılarla dolu olsa da, hızlı olduğu ve içgüdünün gücüne sahip olduğu için en çok işimize yarayan o.
***
Ama bazı durumlar var ki, analiz etmek, iki haneli rakamları çarpar gibi içine girmek gerekiyor düşüncenin.
Yoksa, önemli bir konuda sistem 1’de tıkalı kalıyoruz.
Türkiye’de bunu son zamanlarda, hepimiz, nevrotik bir şekilde yapar olduk. Birkaç aydır, ülke ortadan ikiye bölündü ve “Ya içindesindir çemberin ya da dışında yer alacaksın” şarkısı çalıyor bangır bangır.
Tarafını seçen rahat ediyor. Payına düşen, bir tarafa ait olma konforunu ve tabii aksi yönden gelen “Bizden değilsin” öfkesi alıp oturuyor aşağı.
Toplumun “Kimdensin?”den yarıldığı, kimlik kontrolüne girdiği çok yer var dünyada. Rwanda’da olsak da olacaktı bu.
Birileri bizi sokakta çevirip “Hutu musun yoksa Tutsi mi?” diye soracaktı.
Hutu desek bir tarafa, Tutsi desek öbür tarafa ayrılacaktık. “İki kere iki dört”teki gibi, basitçe, düşüncesizce kopuverecektik birbirimizden.
***
Son aylarda su içer gibi, politika konuşuluyor her yerde.
Gezi olayları, demokrasi paketleri, Suriye... Burada konuşulacak, üstünde anlaşılacak, tartışılacak, endişelenecek çok şey oldu ve oluyor.
Avustralya’dan ziyarete gelen arkadaşım “Niye sürekli politika konuşuyorsunuz?” diye sorunca, şaşırarak “Siz konuşmuyor musunuz?” diye sordum.
“Hayır!” dedi, “Neyi konuşalım ki?.. Kimseye ayrımcılık yapılmıyor, ifade özgürlüğü var, ekonomi desen fakirlik yok denecek kadar az, eğitim herkese açık...”
“E peki siz ne konuşuyorsunuz?” gibi saçma bir soru sormak zorunda kaldım. Halbuki bizim politika konuşup durmamız, ona sokaklarda kedilerin dolaşması kadar tuhaf geliyor.
***
Bu konuşmaları dinledikçe, taksi şoförüyle olan konuşmalar da dahil, hepimizin sistem 1’de hapis olduğumuzu görüyorum ne yazık ki. Sistem 1, hızlı düşünülmüş hatta düşünülmeden veri kabul edilerek bir önyargıda katılaşmış, çimento gibi ağır bavullar tutuşturuyor elimize.
Herkes masaya önce putlarını diziyor. Fakat masanın ortasında putlar durduğunda birbirimizi göremiyoruz. Sistem 2 düşünceye geçilip, her şey parçalarına ayrılıp bakılamıyor.
Halbuki, hediye olarak oyuncak kamyon almış bir çocuk gibi, kamyonun parçalarını tek tek söküp içine bakmadan, neyin nasıl çalıştığını ve bu kamyonun nasıl gittiğini anlayamayız.
Madem ki, sonsuzca aç kurtlar gibi tartışıp kutuplaşıyoruz, bari bunu sistem 2’nin analiz zenginliğine, derinliğine girerek, önyargıları parçalamaya zaman ayırarak, karşı dediğimiz tarafa geçip de bakarak ve her sesi açıp birbirine çarparak konuşalım.
Her şey iki kere iki dört değil.
Biz Hutu ve Tutsi gibi ikiye ayrılamayacak kadar zenginlik ve farklılıklar içindeyiz.
Dilden, dinden, tercihten korkarak bir arada tınlayamayız. Biraz müzik bilen herkes, farklı notalara aynı anda basıldığında, nasıl güzel tını ve akorlar elde edildiğini bilir.
Burası, iki üç dört haneli rakamların birbirleriyle toplanması gereken yer.
***
Sistem 1’in hızlı düşünce lüksüne yer yok burada.
Paylaş