Beynimle bir dakika umutlandırıyor beni

Geçen gün yine, istasyonda oturup tren bekler gibi, düşüncelerimi bekliyorum...

Haberin Devamı

Bir baktım, beyni böyle iki yüz gram kıyma gibi kafanın tasında yalnız bırakırsan, gidip korku filmi açıyor hemen.
Kapatırsan, gerilim açıyor. Onu da kapatırsan, yine böyle ormandan sesler gelen bir şeyler açıyor.
Bir yerde okumuştum, bu türü sevmesinin nedeni, evrimin ilk başlarındaki eski beyin alışkanlıklarıymış.
Yani eskiden çok eskiden, belki de henüz dört ayağın üzerine dikilmemişken biz, dünya gerçekten de sürekli kükreyen kanatlı şeylerle doluydu.
Yürürken yem olurdun.
Geceleri güzüne uyku girmese iyi olurdu.
İşte beyin hâlâ o eski yazılımı kullandığından, bizi bir huzurlu bırakmıyor.
Fakat kumandayı ona verir ve yalnız bırakırsan durum bu.
Kumandayı ona vermemek de, yalnız bırakmamak da mümkün. Yeter ki, beynini tanı.
Yeter ki, arada kamerayı ona çevirip bir bak.
Ne dolaplar döndürdüğünü görüyorsun.
İlla benim gibi, düşündüğünü niye düşündüğünü de düşünen bir tip olman gerekmez.
Peşine dedektifi tak, anlarsın.
Bir kere bir şey hayal etmeye gör, hemen onun olmazlarını çıkarıyor önüne.
Moral bozucu bir Google gibi.
Daha önce bunu deneyenlerin başına şunlar geldi.
Bakın buna kalkışırsanız neler olabilir izleyin.
Durun, pişman olanların videolarını açayım da görün gibi. Zaten insan olan hemen vazgeçiyor kalkışmasından.
Eski beyin yazılımı, hayalleri okuyamıyor çünkü.
Gerçekleşeceğine inanmıyor. Gerekirse, sana ait geçmiş yenilgileri de açıyor tek tek.
Yeter ki, kıpırdama. Arkasına saklandığın kayadan çıkma.
Güneşe çıkma. Kalkışma. Yem olursun. Ham olursun. Yazık olursun. Rezil olursun...
Bu oyunlarına kanmayalım arama motorumuzun.
Biz onu yeniden programlayabiliriz. Hayallere odaklayabiliriz. Cesaretle çalıştırabiliriz.
Bir kitap düşünün.
İlk bölümler hep, terapist koltuğuna uzanınca yalan yanlış anlattığımız çocukluk dönemi.
Neden yalan yanlış biliyor musunuz, ah işte bu da beynin başka bir oyunu...
Sürekli hatıraları dağıtıp dağıtıp düzenliyor şu beyin.
(Kimin beyniyse artık)
Kafasına göre. İspat mı istiyorsunuz, gidin çocukluğunuzdan hatırladığınız bir anıyı, ona şahit olmuş birinden dinleyin.
Tamamen farklı bir kurgu dinleyeceksiniz.
‘Hayır o trendeydi’ dersiniz, ‘trende değildi, steyşın reno arabasıydı o komşunun’ der.
E tabii hal bu olunca, kitabın ilk bölümleri palavra ve uydurma dolu oluyor.
Şu anki halinize uygun olarak biçilmiş kaftanlar: Ben ilk bestemi üç yaşında, sahile vurmuş bir balığa yapmışım. Gibi.
Beyni yalnız ve işsiz güçsüz bıraktığınızda, oturup yeni sayfaları doldurmuyor.
Eski bölümleri açıyor.
‘Previously on Nil’ (Nil’de geçmiş bölümler) ve size tekrar onları izletiyor.
Hayır doğru olsalar canım yanmayacak, bir de yalan yanlış yorumlarla izletiyor dediğim gibi.
Kısaca, büyük vakit kaybı.
Bazen de gidiyor, taaaa ilerideki bir sayfaya, korkulu resimler çiziyor.
Yahu bu senin resim defterin mi! Git canavarını başka yere çiz.
Ben bu sayfaları hayallerimle dolduracağım. Ben şu an yaptıklarımı yazacağım.
Yoksa şu an burada olmamış olurum.
Bütün gün eski bölüm izlersem ya da geleceğe canavar resmi çizersem, bugünkü bölüm çekilmemiş olur.
Bugün yapacaklarım, bulaşık gibi günün kenarında kalır. Yaşanmamış olur. Yapılmamış olur.
En fenası da, hayallerim gerçekleşmemiş olur.
Çünkü bir tek şeyden eminsem o da şu: Yapmazsam olmaz.
İşte bir sabah oturup da, kafatasına konmuş beynimi izleyince bunları gördüm.
Kendi haline bırakırsan grisi koyulaşıyor. Korkuları yükseltiyor.
Geçmiş gitmiş bölümleri oynatıyor. Ya da gerilim filmi açıyor.
Onu her sabah tatlı bir çocuğu gezintiye çıkarır gibi, parklara bahçelere götürmeli.
Hayal kurdurmalı. Hayallere giden yolları düşündürmeli.
Her güne kamış batırıp, dibine kadar içmeli.
Yastığa başını koyunca da teşekkür etmeli.
Israr ederse, geçmişin ve korkuların set olarak DVD’sini çıkarırız. İsteyen izler.

Yazarın Tüm Yazıları